0

Sayın Ali Koç G-20 zirvesinden önceki bir toplantıda yaptığı konuşmada 'esas sorun kapitalizmdir' demişti.

Zannediyorum ne demek istediğini yeterince anlamadık.

Kapitalizm hem dünyadaki uygulamaları itibarıyla hem de onu açıklamaya çalışan teorik yaklaşımlar itibarıyla yekpare bir bütün değil.

Kapitalizmin ABD uygulamasıyla, İngiltere ya da Almanya uygulamasını yan yana koysak aralarında dağlar kadar fark olduğunu görürüz.

Durum uygulama düzeyinde böyleyken teorik düzeyde de böyle.

Herhalde bir Anarko-kapitalist bir sosyal liberale baktığında kapitalizmin düşünce düzeyinde geldiği durumdan müthiş derecede rahatsız oluyordur. Ya da anarko kapitalizmi savunan birisi bir klasik liberale konuşurken 'eğer siz olmasaydınız, bu sosyal liberal görüşte olmazdı. Negatif özgürlük fikrinden uzaklaşıp adım adım pozitif özgürlük fikrini kutsayan bir liberalizm hikayesinin oluşmasında en büyük suç sizindir. Siz de bizim gibi minimal devleti savunsaydınız sosyal liberalizm diye bir şey vücut bulmazdı' diyordur.

Sayın Koç'un söyledikleriyle ilgili olarak Prof.Dr. Atilla Yayla Yeni Yüzyıl gazetesindeki yazısında 'Ali Koç kapitalizm ortadan kaldırılmalı derken ahbap çavuş kapitalizmini kast ediyor' demişti.

Ahbap çavuş kapitalizmi denen şey en basit haliyle kurumlarını oluşturmadan piyasasının işleyebileceğini zannetme yanlışlığından kaynaklanan bir sistem. Örneğin mülkiyet kurumunu doğru dürüst oturtmadan piyasaların işleyebileceğini zannetme üzerine kurulu bir sistem.

Sayın Yayla'nın tespitine katılmamak mümkün değil.

Sayın Yayla, Ali Koç'un söylediklerini yorumlarken meseleye klasik liberal bir perspektiften bakıyor.

Merak ettiğim nokta şu: sayın Ali Koç bu yoruma katılıyor mu? ve eğer katılıyorsa meseleye hangi perspektiften bakıyor? Negatif özgürlük, pozitif özgürlük tartışmasında nerde duruyor?

***********

Kale Grubu Yönetim Kurulu Başkanı sayın Zeynep Bodur Okyay, Ali Koç'tan sonra yaptığı açıklamalarda meselenin hangi soru etrafında alınması gerektiği konusunda çok iyi bir fırsat yarattı. Sayın Okyay şu tespiti yapmıştı.

'Dünyada iyiliğin kötülüğü kovduğu yeni bir iklim oluşturmak zorundayız. Bunun temel yollarından biri de kapsayıcı yani vicdanlı büyümeden geçiyor. Dünyada 1 milyar insan açlık sınırındayken, 1.1 milyar insanın elektriğe, 700 milyona yakın insanın temiz suya erişimi yokken aynı yeryüzünde nasıl mutlu ve huzurlu yaşayabiliriz?'

Evet soru bu.

Aslında çok farklı kesimlerden, çok farklı görüşlerden insanların bu soruya cevap vermesi gerekiyor.

'1 milyar insan açken biz niye mutlu olamayız?'

Ama ilk önce şunu söyleyeyim yeni bir isim koymakla, yeni bir isim etrafında buluşmaya çalışmakla bu meselelerin temeline inmek mümkün değil. 'Kapsayıcı büyüme', 'vicdanlı büyüme' ya da daha önce Soma faciası sonrasında sayın Fuat Keyman'ın iki yazısında dile getirdiği 'merhametli büyüme' gibi yeni isimlendirmeler icat ederek bu meseleyi aşmak mümkün değil. Asıl hadise o isimlendirmeleri kalıcı referans noktalarına dayalı hale getirebilmek.

Zannediyorum kuantum fiziğiyle başlayan ve sonrasında devam eden süreç bu referans arayışlarında çok önemli kilometre taşları olacak.

Madde'yi enerji olarak görmeye başlamak her şeye ama her şeye bakışımızı değiştiriyor; muhtemelen bu değişim hızlanarak devam edecek .

Nihai olarak her şeyin her şeyde, herkesin herkeste hakkı olduğu; İnsana bilmediği hiç bir şeyin öğretilemeyeceği ve insanın bu bilgiyi bütünün iyiliği için kullanma potansiyeline sahip olduğu her geçen gün daha fazla anlaşılacak.

Ve '1 milyar insan açken biz niye mutlu olamayız ?' sorusu anlamını kaybedecek

Evet anlamını kaybedecek.

Çünkü, 'parça' ait olduğu bütünü ararken, yediğimiz her lokmada o bir milyar insanın gözyaşını görmek mümkün hale gelecek.