0

Geleneksel dış ticaret teorisinin öngörüsü şuydu: ihracat ithalat ilişkisi sonucunda iki ülkeden birisinde dış ticaret açığı diğerinde dış ticaret fazlası oluştuğunda, dış ticaret fazlası veren ülkede fiyatlar yükselir ve dış ticaret açığı veren ülkenin ihracatı artmaya başlar. En nihayetinde de dış ticaret dengesizlikleri ortadan kalkar. Yani serbest ticaret tasarruf fazlalarının tasarruf açığı veren ülkelere transferini sağlamaya yeter.

Geleneksel yaklaşım meseleye böyle bakıyordu. Ama dünya bir bütün olarak kapalı bir ekonomi olmasına rağmen dış ticaret hareketlerinin dengesizlikleri ortadan kaldırmaya yetmediği görüldü. Sermaye hareketleri bu sorunun çözümü olacaktı. Dünyadaki tasarruf fazlalarının açık veren ülkelere doğru mobilizasyonu sermaye hareketleriyle sağlanacaktı. Bu çerçevede 20.yy'nin son çeyreğinden itibaren finansal liberasyon gündelik konuşmaların ayrılmaz parçası haline geldi. Bu konularda geniş bir literatür oluştu. Finansal liberasyonun ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkileyeceğini öne süren tezler geniş çevrelerde kabul görmeye başladı.

Sermaye hareketleri giderek serbestleşti ama….

Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi Türkiye gibi yeni gelişen piyasa ekonomilerini sıcak parayla tanıştırdı. Uzun vadeli dış kaynakları kendilerine çekebilecek yatırım ortamına sahip olmayan ülkeler sıcak paranın tahakkümü altına girdi. Sıcak para bir yandan çoğu ülkede reform süreçlerinin geri plana itilmesine neden olurken bir yandan da yurt içi tasarrufları azaltıcı bir rol oynamaya başladı. Sıcak para akımları 'paradan para kazanma' davranışını körükleyerek 'ilk günah sorununu', 'para birimi uyumsuzluğu sorununu' ve 'dalgalanma korkusunu' hayatımızın bir parçası haline getirdi. Yeni gelişen piyasa ekonomileri sıcak paranın yarattığı istikrarsızlıklarla mücadele ederken bu ülkelere imkansız üçlem kavramı çerçevesinde yeni uyarılar yapıldı. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu ekonomiler 'ya esnek kur sistemini ya da sabit kur sistemini tercih etmelidir' dendi. Hatta daha da ileri gidilerek yeni gelişen ülkelerde bağımsız para politikası uygulamasının mümkün olmadığı görüşü 'imkansız ikili' kavramı çerçevesinde tartışılmaya açıldı. Bu bağlamda bazı önemli iktisatçılar Türkiye gibi ülkeler açısından tek çıkış yolunun tam dolarizasyon olduğunu; tek taraflı bir kararla ulusal paranın terk edilip ulusal para yerine uluslararası düzeyde geçerli bir rezerv paranın kullanılmasının en iyi çözüm olduğunu söyledi. Bütün bunlar söylenirken sermaye hareketlerinin serbestliği tartışmasız bir gerçek olarak sunuldu. Sermaye hareketlerinin sınırlanması gerekliliğini savunan iktisatçıların görüşleri hiçbir biçimde değerli görülmedi; müstehzi ifadelerle karşılandı. Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi başta IMF olmak üzere, finans çevrelerinin hem fikir olduğu hususların başında geliyordu.

2008 küresel kriziyle birlikte manzara değişmeye başladı. Kendi başına değer üretme yeteneği olmayan finansal sektörün reel sektörden kopuk biçimde büyümeye başladığı görüldü. 2008 küresel krizi ABD'de mortagage krizi olarak ortaya çıktığında finansal sektörde verimlilik artışının ancak ve ancak kalite düşüşü ile gerçekleşebileceği görüldü. Bazı finansal varlıkların çöp haline gelmesi bunların zehirli varlıklar olarak ifade edilmeye başlaması bu durumun en güzel ifadesi durumundaydı.

Ve 2008 küresel krizi sonrasında uluslararası para sisteminin ana aktörü olan IMF'de önemli bir tavır değişikliği görüldü. IMF sermaye hareketlerinin sınırlanmasının bir seçenek olduğunu söyleyerek kendi bünyesinde yapılan yayınlarda sermaye girişlerinin mi yoksa sermaye çıkışlarının mı sınırlanması gerektiği hususunu tartışmaya açtı.

Kapitalizmin işleyişi sorgulanıyor

Kapitalizmin işleyişi biçimi son zamanlarda iktisadi hayatımızın önemli aktörleri tarafından eleştirilmeye başlandı. Sayın Ali Koç ve sayın Zeynep Bodur Okyay'ın tespitlerine bir yenisi eklendi. İSO başkanı sayın Erdal Bahçıvan 'Türkiye olarak üretim ekonomisine geçmeli, finansal kapitalizmden vazgeçmeliyiz. Finansal piyasalar, üretim ekonomisine kaynak aktarmalı' derken esas itibarıyla sıcak para akımlarına dayalı finansman biçiminin yarattığı tahribata dikkat çekiyor ve bir sistem eleştirisi yapıyordu.

Bu değerlendirmeleri bir yandan Türkiye'nin reform gündemi açısından bir yandan da Dünya ekonomisindeki ana eğilimler açısından ele almak gerekiyor.

2015 yılında Başkan Obama' ya sunulan ekonomik rapor, IMF başkanın 4 şubat 2016 tarihinde yaptığı konuşma ve ABD'deki seçim atmosferine hakim olan söylemler meselenin uluslararası boyutlarını anlamak açısından önemli görünüyor.

Haftaya devam edeceğim.