Sabahın erken saatlerinde, henüz çocukların 23 Nisan coşkusuyla uyanmaya hazırlandığı bir anda İstanbul yeniden sarsıldı. Silivri açıklarından gelen bu sarsıntı, sadece yerin altını değil, hepimizin içini de titretti. Kimi o anda uyuyordu, kimi çocuğunu okula hazırlıyordu, kimi bir yerlere yetişme telaşındaydı. Ama hepimiz bir an için durduk. Kalbimiz, saat gibi işleyen şehirle birlikte bir an durdu sanki.
Ve ardından gelen haberler… AFAD’a göre deprem 4.5 büyüklüğündeydi, Kandilli ise 4.8 dedi. Üç basit rakam. Ama aradaki o küçücük fark bile büyük bir güvensizliğin kapısını aralıyor. Çünkü bizler artık depremle yaşamaya değil, bilgiyle hayatta kalmaya çalışıyoruz. Ve bilgi net değilse, korku başlar.
İstanbul’da yaşamak cesaret işidir. Her gün milyonlarca insan, yerin altındaki bilinmeze rağmen umutla yaşar, çocuk büyütür, ev kurar, gelecek hayali kurar. Ama her depremden sonra aynı şey olur: Farklı açıklamalar, çelişkili bilgiler, birbirini tutmayan veriler… Oysa biz sadece bir gerçek istiyoruz. Çünkü o gerçek, hazırlıklı olup olmadığımızı belirliyor. O gerçek, “Korkmalı mıyım?” ya da “Geçti mi?” sorularına cevap veriyor. Deprem olduğunda sadece duvarlar değil, güven de çatlıyor bu ülkede. İki kurumun iki ayrı sesle konuştuğu bir yerde, halkın sesi boğuluyor. Oysa biz tek bir şey istiyoruz: Birlikte, doğruyu konuşan kurumlar. Bizi sadece enkazdan değil, belirsizlikten de kurtaracak bir sistem.
Bu ülkenin çocukları 23 Nisan’da korkuyla değil, neşeyle uyanmalı. Biz büyükler onlara güvenli bir gelecek bırakacaksak, önce birbirine güvenen kurumlar kurmalıyız. Depremin büyüklüğünden önce, kurumların küçülen itibarını ölçmeliyiz belki de. Bu ülkenin en sağlam yapısı, dayanışma olmalı. Ve o dayanışma, doğru bilgiyle başlar.