ORHUN abidelerinde Bengü taşlara yazılan, Türk tarihine ışık tutan Atamız Bilge Kağan şöyle diyor:

Ey Türk ulusu! Üst'te mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer yarılmadıkça, senin ilini, töreni kim bozabilir?

İlimize, töremize sahip çıksaydık, İlimizi hainler, Töremizi ise yabancılar bozar mıydı?

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda; Atatürk'ün milliyetçi ideolojisi ile yapılan devrimler bozulmasaydı, kurmuş olduğu parti ve diğer partiler de dahil Atatürk ilkelerinden sapmasaydı böyle yamalı bohça haline gelir miydik..

Bozkurt sembolümüz destanlarda, heykellerde, bayrakların ve tuğların başında uzun müddet görülmekle beraber, İslâmiyet'ten sonra yavaş yavaş unutulmuştu. Yeniden canlanması Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu ile beraber Atatürk devrinde, Bozkurt sembolüne çok önem verilmiş, Türk milliyetçiliğin timsali olarak görülmüştü. Atatürk şuuru ile devam edilseydi, her Türk'ün milli sembol'ü olarak yerini almaz mıydı?

1928 yılındaki gibi, Kuran-ı Kerim'in Türkçe meâli ile ibadet ve inanç anlayışımız devam etseydi, dinimizin vecibelerini daha iyi yerine getirmez miydik?

Göktürk'lerden gelen kadına saygı, sevgi ve toplumdaki önemli yeri, 1500'lerden sonra bozulmuş ve TÜRK-İSLAM dünyasında kadının daima ikinci plânda kaldığı gerçektir. Halbuki Tanrı kadını daha kutsal tutmuştur...

İslamiyet'ten önce Türk kadını, erkeği ile günlük hayatı tamamen paylaşıyordu. Esasen "kadın" kelimesi, Türkçe "katun" kelimelerinden, yani "katmak" demekti.

Cumhuriyet ile birlikte kadının önemi tekrar yerini aldı. Kılık kıyafet devrimi yapıldı, modern Türk kadını profili de olgunlaştı. Bunun neticesinde kadının toplumdaki itibarı iade edilerek her alanda görev alma oranı yükseltildi.

Ama bazı kendini bilmezlerin ve eski düzen zihniyetlilerin halen değişmemiş olduğu aşikârdır.

Çok Önemli bir tespitimi söyleme gereğini duyuyorum:

Terörist başı'nın türlü türlü çakallıklarına, Avrupa'ya şirin gözükmek için yeni bir konsept uygulamasının kadınlar üzerinde kurgulandığının gerçeği görülmektedir. Ayrıca giyim, kuşamda kadının modelize edildiği de gözlerden kaçmamaktadır.

Bunların haricinde çok örnekler var kısaca göz atalım:

1946-1972 yıllarında H. Nihan Atsız'ın Türkçülük ve Turancılık fikri önem arz etseydi, bugün ırk temelinde bölünme korkusu olmayacak ve Türkistan ile bağlarımızı aynı millet ayrı devlet olarak birleştirerek, ekonomik ve güvenlik alanında güç kazanacaktık

1980 öncesi, sözde Atatürkçü ve Devrimci geçinenlerin yerine gerçek Atatürkçü ve Türkçüler olsaydı, ne Ülkücü’ler ile kardeş kavgası olacaktı ne de 12 Eylül İhtilali’nin acı bilançosu yaşanacaktı.

Sene 1990 yılında Alparslan Türkeş'in, "Güneydoğu'da Irak ve Suriye sınırlarımıza, köyler ve şehirler imar edilerek, Türkistan'lı yoksul aileleri yerleştirmek önceliğimiz olmalı" sözü yerine getirilmiş olunsaydı, sınırlarımızın güvenliği kontrol altına alınmış terör ve kaçakçılık belki de hiç olmayacaktı.


1998 yıllarında Necip Hablemitoğlu, Uğur Mumcu ve Kamer Genç'in sözleri dikkate alınsaydı FETÖ ihanetinin ağır bilançosu yaşanmazdı.

Usta yazar Engin KÖKLÜÇINAR'ın bir insan değerlendirmesi, bunlara cevap niteliğinde olduğunu sanıyorum.

Dört çeşit insan vardır:

Bilmeyen, ve bilmediğini bilmeyen:

O bir ahmaktır---uzak dur.

Bilmeyen, ve bilmediğini bilen:

O basit bir insandır--- Öğret.

Bilen, ve bildiğini bilmeyen:

O uykudadır---- Uyandır.

<<Bilen, ve bildiğini bilen:

O bilge bir insandır--- peşinden git.>>

Kalın Sağlıcakla

Tanrı Türkü Korusun

Sevgi ve Saygılarımla