Yaz bitti, gelenlerin bir kısmı gitti, Güneşin yakıcı sıcaklığı yavaş yavaş çekildi; yerini serin rüzgârların, dökülen yaprakların, hafifçe kararan gökyüzünün hüznüne bıraktı. Sonbahar geldi ve biz yine aynı sahnenin seyircisiyiz: Toprağa düşen kuru yapraklar, bize hem bir sonu hem de bir başlangıcı anımsatıyor. Tıpkı Baki’nin mısralarında söylediği gibi:
Nâm u nişane kalmadı fasl-ı bahardan
Düşdü çemende berg-i dıraht itibardan
Günümüz Türkçesiyle:
Baharın ne adı kaldı, ne izi
Çimenliğe yaprak düştü, kayboldu değeri
Doğanın en büyük öğretisi, onun döngüsüdür (çevrimidir). Bu bağlamda her şey gelir, belli bir müddet kalır ve sonrasında gider; hiçbir şey kalıcı değildir. Bu ilkeyi görmezden gelebiliriz, hatırlamak ve konuşmak istemeyebiliriz, erteleyebiliriz, fakat asla değiştiremeyiz. İnsan da tıpkı mevsimler gibi baharıyla filizlenir, yazıyla serpilir, sonbaharıyla yavaşlar ve nihayetinde kışına kavuşur. Ama asla yok olmaz, yoktan var olmaz, yalnızca dönüşür. Çünkü toprağa karışan her şey, başka bir hayatın nefesine canını verir diğer anlamda ona can verir.
Din bu dönüşümü yalnızca dünyayla sınırlı görmemeyi öğretir. Kur’an der ki: “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmrân, 185). Ölüm son değil, yeni bir âleme geçiştir. İnsanın dünyadaki serüveni, başka bir boyutta devam edecektir. Nasıl ki sonbahar kışa, kış da bahara gebeyse, insanın toprağa kavuşması da dirilişin habercisidir.
Bilim bu durumu biraz soğuk da olsa, bir kesinlikle dile getirir: Termodinamiğin yasaları evrenin sürekli çözülüşünü, düzenin kaçınılmaz dağılmasını anlatır. Entropi artar, zaman akar, hiçbir şey eski hâlinde kalamaz ve geriye dönemez. Her şey dönüşür, değişir ve çözülür. Fakat işte o çözülüş, yeni düzenlerin ayak sesidir. Yaprağın çürümesi, ağacın yeniden yeşermesi için gereklidir. Ölüm hayatın bedeli değil, hayatın devamı için ödenen zarif bir vergidir.
Felsefe ise aynı hakikati biraz daha derinden fısıldar: Ölümün varlığı yaşamı kıymetli kılar. Eğer her şey sonsuza kadar sürecek olsaydı, bir günbatımının kızıllığını, bir dostun sıcak gülüşünü, bir çocuğun ilk adımlarını hangi gözle izlerdik? Kıymetini bilebilir miydik? Sonluluk, sınırlılık insana şimdiyi armağan eder. İşte bu yüzden, mevsimlerin döngüsü aslında insan kalbine sabrı ve kabullenişi öğretir. Oysa biz, şehirlerin telaşında, zamanın kırbacı altında çoğu kez bu sesi duyamayız. Betonun arasında, trafikte, gündelik kaygılarda, yaşamın özünü gözden kaçırırız. Oysa bir yaprağın düşüşü bile yeter: Hayat, geçiciliğiyle güzeldir.
Sonbahar, işte tam da bu yüzden melankolik değildir; bilgece bir yapı sergiler ve aslında şunu hatırlatır: İnsanlar gelir, insanlar gider, şehirler değişir, kuşaklar tükenir, her şey dönüşür. Ancak hayat, yapraklar gibi yeniden filizlenir. Biz olmasak da dünya dönmeye devam eder. Belki de insan için en büyük huzur, bu döngünün sonsuz akışında, küçük ama anlamlı bir yer bulabilmektir. Entropiye rağmen yaşamı sevebilmektir ve Allahtan ümidi kesmemektir…