0
Gündelik hayatımızda hepimizin çok sık kullandığı ve yorum yaptığı bir sözcük olan enflasyonun; toplumun tüm kesimlerini etkilemesi ve ekonomik yansımalarının büyüklüğü nedeniyle, hiçbir zaman güncelliğini yitirmediği ve özellikle düşük ve sabit gelirlileri, kamu ve özel sektörü, siyasetçileri ve ekonomistleri yakından ilgilendirdiği bilinmektedir. Fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artış ve paranın değerinin düşmesi olarak tanımlanan ve toplam mal ve hizmet talebinin toplam arzdan fazla olması şeklinde piyasaya yansıyan enflasyonun tarihçesine bakıldığında, negatif enflasyonların ve hiper enflasyonların yaşandığı dünya ekonomik tarihinin bu açıdan tecrübeli olduğu görülmektedir. Ülkemiz de bu kapsamda tek ve çift haneli enflasyon rakamlarını yaşamış, hatta 1980 ve 1994 yıllarında pik yaparak üç haneli rakamlara ulaşmıştır.
1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun Temel görev ve yetkiler başlıklı 4 üncü maddesinde; Bankanın temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğu, bunun için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisinin belirleyeceği, ayrıca Bankanın Hükümetle birlikte enflasyon hedefini tespit edeceği, buna uyumlu olarak para politikasını belirleyeceği ve para politikasının uygulanmasında tek yetkili ve sorumlu olduğu ifade edilmiş, Hükümetle birlikte Türk Lirasının iç ve dış değerini korumak için gerekli tedbirleri almak ve yabancı paralar ile altın karşısındaki denkliğini tespit etmeye yönelik kur rejimini belirlemek hususunda da yetki verilmiştir. Bu kapsamda, 2006 yılından itibaren enflasyon hedeflemesi rejimi uygulanmaya başlanmış ve Banka Hükümetle birlikte enflasyon hedeflerini üçer yıllık dönemler halinde belirlemeye başlamıştır.
Gelir dağılımını bozan ve toplumda çeşitli ekonomik ve sosyal sorunlara yol açan enflasyona ilişkin veriler her ülke tarafından izlenip, derlenmekte ve açıklanmaktadır. Ülkemizde de kamuda bu görevi Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yapmaktadır. Kurum bu kapsamda belirlediği mal ve hizmetlerden (ürün ve ürün çeşitlerinden) endeks sepetleri oluşturmakta ve bu ürünlere sepet içinde belirli ağırlıklar verilip, fiyat derleme zamanlarına ve sayılarına göre fiyatlar derlenmekte, sepetin içindeki ürünler ve ağırlıkları güncellenmekte, bazı ürünler çıkmakta bazı ürünler ise sepet kapsamına girmektedir. Ancak, açıklanan verilere bazı eleştirilerin yapıldığı, sepetlerin içeriğinin ve ağırlıklarının tartışıldığı dikkate alındığında; kamu oyundaki algının netleştirilmesi adına, bu eleştirilerin objektif bir yaklaşımla değerlendirilmesinin ve sonuçlarının paylaşılmasının faydalı olacağı anlaşılmaktadır.
Enflasyon denilince genel olarak TÜFE:Tüketici fiyatları endeksi kastedilmekte olup, diğeri ise ÜFE:Üretici fiyatları endeksidir. Enflasyon rakamları, geçmiş dönemi ifade etmekle birlikte hem geçmişi telafi etmek hem de geleceğe ilişkin projeksiyonlarda tahmin ve hedef niteliğiyle fonksiyonlarını yerine getirir. Bu açıdan kamu oyunu ilgilendirmesinin çeşitli nedenleri vardır. Örneğin; mevzuatta, mahkeme kararlarında ve sözleşmelerde yapılan atıflar, kamu ve özel sektör ücretlerinde ve kira artışlarında dikkate alınması vb. Ayrıca, enflasyon dönemlerinde paranın değerini korumak dürtüsüyle dövize, altına ve gayrimenkule olan talep artar, mevduat, tahvil ve benzeri enstrümanlar ise ancak reel getiri öngörmesi halinde tercih edilirler.
Enflasyonun çeşitli nedenleri olabilir. Bunlar: üretimin yetersizliği, para ve kredi hacminin genişlemesi, kamu harcamaları ve bütçe açıkları, vergi politikası, başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarındaki artışlar, döviz kurundaki yükselişler ve devalüasyon vb. Ancak, faizin ise ilginç bir etkisi söz konusudur. Faizlerin artması maliyetleri artırarak enflasyona sebep olabileceği gibi, tasarrufa yönlendirerek toplam talebin azalmasına ve enflasyonun düşmesine de yardımcı olabilir. Faizlerin inmesi ise maliyetleri düşürerek enflasyonun azalmasına yol açabileceği gibi, harcama meylini dolayısıyla toplam talebi artırarak enflasyona olumsuz katkı da yapabilir. Burada önemli diğer bir faktörde döviz kuru olup, belirttiğimiz faiz-enflasyon senaryolarını her iki yönlü değiştirebileceğini unutmamak gerekmektedir. Enflasyona neden olan etkenler çift taraflı işlediğinden, aynı zamanda enflasyonu önlemenin reçetesini de oluşturur. Ayrıca, dış borçlanma dahil döviz arzındaki artışlar ve maliye politikaları da olumlu katkılar sağlar.
Ülkemiz kronik enflasyonla uğraşırken, Avro Bölgesinin ise düşük enflasyonla (negatif ve yüzde ikinin altında) mücadele etmesi ve deflasyon endişesi taşıması ilginç bir görüntü oluşturmaktadır. Bu kapsamda yüzde iki civarında bir enflasyonu hedefledikleri bilinmektedir. Bu görüntüler, merkez bankalarının fiyat istikrarını sağlamak (enflasyon ve deflasyondan korumak) görevinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Fiyat istikrarının; makul faiz oranlarının oluşmasına, üretim ve yatırımın artmasına dolayısıyla işsizliğin azalmasına ve büyümeye olan katkısını dikkate almamak mümkün değildir.
Ülkemizdeki enflasyon; talep enflasyonu görünümünde olmakla birlikte, başta enerji maliyetleri olmak üzere, ithal girdi kullanmaya bağlı döviz kuru artışları ve kredi maliyetleri dikkate alındığında maliyet enflasyonu karakterini de taşıdığı, sadece para ve kredi politikası tedbirleriyle bu sorunun çözümlenemeyeceği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Avro Bölgesindeki çok düşük enflasyon oranlarının da bazı ekonomik sıkıntılar yarattığı görüldüğünden, Ülkemiz için kronik ve yapısal sorunlarından sıyrılmış ve toplumun benimseyeceği makul bir orana ulaştığımızda, diğer ekonomik göstergelerin de olumlu etkilenmesi doğal bir sonuç olacaktır.