Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin Kızılcahamam'daki 32. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nın kapanış konuşmasını gerçekleştirirken, Cumhur İttifakı’nın temelini attıkları genel seçimlerde MHP ile ittifakını YSK’ya bildirdikleri metin geldi aklıma:

“Cumhur İttifakı, Türkiye'yi hedef alan saldırılar karşısında parti çıkarları ve günlük siyaset hesapları yapmaksızın ortak bir duruş ortaya koymaya ve Türkiye'yi zayıflatarak uluslararası operasyonlara açık hale getirmeye yönelik her türlü faaliyetin karşısında yer almaya kararlıdır. Bu kararlılık ve işbirliği ile ittifakımız Türkiye'yi bölgesel güç ve lider ülke yapacak 2023 hedeflerini gerçekleştirmenin yanı sıra, İ’lâ-yı Kelimetullah uğruna asırlarca dünya barışının ve adaletinin teminatı, İslam âleminin ve bütün mazlum milletlerin yegâne ümidi olan Türkiye'yi küresel bir güç haline getirecek, 2053 ve 2071 vizyonunun altyapısını adım adım inşa edecektir.”

Fehmi Çalmuk

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in şu sözlerine yanıt verdi:
“Çıkmış, Kürt, Türk, Arap... Hesap: Kürtlerin temsilcisi DEM, Türklerin temsilcisi MHP, bak bak bak... Arapların temsilcisi kendisi. Suriyelileri doldurdu, Arapların temsilcisi kendisi. Bir çatı kuracak. Çatıda vatandaşlık bilinci değil, ümmet bilinci olacak. Sünni Müslümanlık üzerinden yeni bir ittifak kuracak ve aklı sıra, aklı sıra bunun üzerinden yeni bir ittifakla yürüyecek. Bugün çeşitli siyasi partilerden açıklamalar geliyor: 'Biz Kürt’le Türk’ün kardeşliğine, gözyaşının bitmesine, şehit gelmemesi için her şeyi yaparız.' Cumhuriyet Halk Partisi olarak durmamız gereken yerde dururuz. Ama Türkiye’ye bir ümmetçilik üzerinden, mezhepçilik üzerinden, din siyaseti üzerinden bu coğrafyada sana hesap yaptırmayız.”

Erdoğan, gelen topu göğsünde yumuşattı önce:

“Ümmetin birliğini savunmak ne zamandan beri suç oldu?”

O, daha iyi bilir ki; önce suçtu Sayın Cumhurbaşkanım…

Cennetmekân Erbakan Hocam, aşkın şairi, çağın muştusunu aşılayan Sezai Karakoç, Necip Fazıl, imam hatipten okul arkadaşın Hasan Hüseyin Ceylan, hemşehrin Şevki Yılmaz mahkeme kapılarında ümmetçilik yüzünden yargılanmadı mı? Partileriniz kapatılmadı mı?

Erdoğan şöyle diyordu:

“İyi de bizim dünkü kardeşlik manifestomuz bir insanı niye rahatsız eder? Türkler, Kürtler ve Arapların kucaklaşmasından, tarihte olduğu gibi bugün de ittifak kurmasından bu ülkenin bir evladı niçin rahatsız olur? Dün çıkmış, bizi ümmetçilikle suçluyor, vah zavallı. Allah aşkına, ümmetin birliğini, dirliğini, beraberliğini savunmak ne zamandan beri suç oldu? Bunlar, ümmet bilinci nedir ne değildir, bunu bilmezler. Müslümanlar olarak Peygamber Efendimizin buyurduğu üzere 'bir duvarın tuğlaları' gibi birbirimize kenetlenmemizin neresi yanlış, be gafiller? İslam dünyasının vahdeti için gayret etmenin neresi kabahat? Milletin inancından ve değerlerinden bu kadar mı kopuksunuz? Türkiye'ye ve İslam dünyasına bu kadar mı yabancısınız? 'Ümmetçiliğin karşısında duracağız' diyor. Peki, ne yapacaksınız? Ülkeni şikâyet ettiğin Batılı patronlarının kılıcını kuşanıp Türkler, Kürtler, Araplar arasında fitne mi yayacaksın? Nefreti mi körükleyeceksin? Kavgayı mı büyüteceksin? Tam olarak ne yapacaksın? Ne diyelim, Cenâb-ı Allah bunlara akıl, izan ve basiret versin.”

Kendilerini ümmetçilik yapmakla suçlayanlara seslenen Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“Biz Türk milletindeniz. Hazreti Muhammed'in ümmetindeniz. Biz sadece bugün değil, kalu beladan beri ümmetin sevdalısıyız. Fahri Kâinat Efendimizin aşığıyız. Müslümanlar arasındaki tefrikanın, ayrılığın, gayrılığın son bulmasını savunmak, utanılacak bir suç değil, şeref duyulacak imanî bir duruştur ve biz bundan onur duyuyoruz, iftihar ediyoruz. Rabb'im bizlere son nefesimize kadar milletimizle birlikte tüm Müslümanlar için, İslam ümmeti için, hatta tüm insanlık için çalışmayı nasip eylesin.”

İslamcıların 40 Yıllık Rüyası

Şubat 1999'da Kenya'da yakalanıp Türkiye'ye getirilirken “Annem de Türk’tür. Bir fırsat verilirse devlete hizmette hazırım” diyen terör örgütü lideri, cezasını çektiği İmralı'da, İslami gelenekten gelen BDP milletvekiline “İslamcıların 40 yıllık rüyasıydı, rüyalarını gerçekleştirdik” diyordu. Bu sözler, Kürt sorununda yeni bir dönemin başlangıcının şifresidir. "İslamcıların 40 yıllık rüyası" sözleri, 1969'da Necmettin Erbakan'ın Milli Nizam Partisi ile başlayan İslamcılık serüveninin, AK Parti'nin açılım politikasıyla Kürd'ü ve Türk'ü aynı potada eritme simyacılığına kadar gittiğini gösteriyor. Bu süreç gerçekten “AK Parti'ye iktidarı altın tepside sunulma süreci miydi?”

Necmettin Erbakan siyasi geleneğinde “Milli Görüş” sloganını “Milleti İbrahim” yerine kullanıyordu.

“Milli Görüş, doğrudan Hazreti İbrahim’e atıfta bulunur. 'Millî' kelimesi, Kur’anî bir tanımlama olan ‘millet’ kelimesinden gelir. Kur’an-ı Kerim’deki şu ayet bu kelimenin kullanılmasına kaynaklık eder: 'İbrahim’in milleti (dini)' Kur’an-ı Kerim’e göre 'millet' tanımlaması, bir peygambere inanan ve bu peygamberin getirdiği değerler, idealler ve gelenekler etrafında toplanan cemaati tarif eder. Millî Görüş’ün anlamı, görüş ve inanış bakımından kendisini Hz. İbrahim’in (a.s.) milletinden kabul eden ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yolundan giden İslamî bir cemaatin dünyaya bakışı olarak anlaşılmalıdır. Buradaki 'millî' kelimesinden, günümüz Türkçesinde kullanılan ve halk, ulus anlamlarına da gelen millete atıfta bulunan millî anlamını çıkarmak 'Millî Görüş'ün gerçek anlamını yansıtmamaktadır.”

Recep Tayyip Erdoğan'ın 5 Şubat 2012 AK Parti Grup Toplantısı konuşmasında "millet" tarifi Milli Görüş'ün tarifine benzer nitelikteydi:

Rabbim sizi boylar hâlinde, kabileler hâlinde dağıttı, tâ ki tanışasınız diye buyuruyor. 'Şu ırk şu ırka üstündür, şu kabile şu kabileye üstündür' demiyor. Hepiniz çamurdansınız, birsiniz. Tanışasınız diye farklı yarattık diyor. Aynı şekilde sevgililer sevgilisi peygamberimiz, veda hutbesinde Arap’ın Acem'e, Acem’in de Arap’a üstünlüğü yoktur diyor. Türk kültürüyle elbette ki varlığını sürdürecek. Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Boşnak hepsi kendi kültürüyle varlığını idame ettirecek. Hepsi de saygındır. Hiç kimse bir başkası karşısında böbürlenmeyecek, kibirlenmeyecek. Hepsi tek bir millet olarak, tek bir bayrağın altında, bir, beraber, kardeş olacak, kardeşçe yaşayacaklar.”

Terör örgütü PKK'nin lideri Öcalan da "millet" tarifi yapmaktadır:

“Millet, Arap, Türk ve Kürdü de kapsar. Ama millet-i hâkime değil. Millet kavramı hem kolektiftir, hem bireyselliği içerir. (Altan Tan’a dönerek) Millet İslam enternasyonalizmini ifade eder. Peygamber, ‘Arabın Aceme üstünlüğü yoktur’ diyor. Evrensel kavramlara gidelim. Tekilden uzağız. Ortak bir milletin üyesiyiz. Bu Türk ulusçuların kastettiği şey değil. Böyle ele aldığımız zaman bunu Türk ulusalcıları da kabul edebilir.”

Tanzimat’tan bu yana kaybedenlerin ortak paydası olarak görülen İslam; 2002 seçimlerinden sonra iktidara gelen ve uzun süredir Türkiye'yi yöneten AK Parti iktidarıyla kazananlar hanesine yazılmış “artı” gibi duruyor. Öcalan da bunun farkında ki hem İmralı görüşmelerinde hem de Nevruz kutlamalarında kamuoyuna açıkça şunları söyledi:

“Saygıdeğer Türkiye halkı; bugün kadim Anadolu'yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları, kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır. Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkâr, ret, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.”

AK Parti, “İslam” ve “İslam kardeşliği” demeden, anayasal vatandaşlık ve üst kimlik tartışmalarıyla geleneksel “ümmet” fikrine yeni bir versiyon geliştirmişti bile. Yeni versiyonun adı “üst kimlik” idi:

“Kürt sorunu farklı bir olaydır, PKK terörü veya terör sorunu farklı bir olaydır. Bunları birbirine karıştırmayacağız. Bunları birbirinden ayıralım. Kürt vatandaşı benim vatandaşımdır.”

Öcalan ise bu sözlere “Kürt-Türk ilişkilerini özgür bir temelde anayasal bir ifadeye kavuşturmak istiyorum.”diyerek destek veriyordu.

Bu tartışmaların ışığında yaşanan çözüm süreci, elbette ki belli bir aşamanın sonucudur. İslamcıların 50 yıllık siyaset serüveninde, İslam kardeşliği vurgusunun konu bile edilmediği Kürt sorununun çözümü, yıllar sonra iktidarın varlık sebebi haline gelivermiştir.

Kürtlere Yeni Serok: Ak Kürtler

Türkiye siyaseti 2002 yılına geldiğinde, oyuncu kartlarının yeniden dağıtıldığı, sağ siyasetin bir merkezde toplandığı bir döneme girmişti. Ak Parti ismi, Medinelilerin İslam Peygamberi Hz. Muhammed'e ilk biatlarını yaptığı tepelere "AKABE"ye benziyordu. İslam tarihinde iki kez Akabe tepelerinde yapılan biatın ilkindeki maddelerden birinin "Hiçbir hayırlı işe karşı çıkmamak" olması dikkat çeker. İkinci biatta ise erkeklerle birlikte kadınlar da İslam Peygamberine biat etmektedir. Peygamberin "kul hakkını" vurgulaması ve "iyiliği emrettiği sürece kendisine karşı çıkılmayacağı" kaydı önemlidir.

Ak Parti, iktidar döneminin en büyük virajını, ilk önce AB üyeliği, ikinci olarak açılım projesiyle almıştı. Ak kadrolarının Kürt sorununu kendi sorunları gibi kabullenmeleriyle başlayan süreç, yazar Orhan Miroğlu'nun ifadesiyle Kürtler için yeni bir umut taşıyan liderin ortaya çıkışını da sağladı:

"Cumhuriyet tarihinde Kürtlerle bu kadar rahat ve memnuniyet verici duygusal bir ilişki kurmuş, empati geliştirebilmiş ikinci bir lider yok. Benim bir Kürt olarak tespitim şudur: Tayyip Erdoğan, Türklerin ve Kürtlerin arkasından yürüyebilecekleri bir lider. (…)Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi bir yüzyıldan bir sonraki yüzyıla taşımaya ve devletin, Türkiye’nin ötekileştirilmiş bütün gruplarıyla ilişkilerini normalleştirmeye çalışıyor. Bütün bu özelliklerinden ötürü Tayyip Erdoğan, Türkiye’de Türkler ve Kürtler başta olmak üzere bütün unsurların arkasında durabileceği, güvenebileceği bir liderdir. Önemli olan farklı kesimlerin bir liderin arkasında durması ve ona güvenmesidir. Mesela ben aynı şeyi Öcalan için söyleyemem."

Kürt siyasetinin simge ismi Leyla Zana ise Başbakan Erdoğan'ı "Mağdurun halinden anlayan, psikolojisiyle bölgedeki taleplere de paralel bakış açısına sahip" tanımlıyor, Kürt sorununun çözümü için güçlü bir adres gösteriyordu:

"Bu işi isterse en güçlü durdurur. O güçlü kimdir, şimdiki hükümettir. O hükümetin başı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Tarihin en güçlü hükümetinin başındaki isim isterse o iradeyi gösterir, buna gücü yeter ve bu sorunu da çözer. Ben onun bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum. Yitirseydim giderdim, burada olmazdım. Şimdi hepimizin yapması gereken, hepimizin başbakanın sorunu çözmesinde yanında olduğumuzu ona hissettirmemiz, onu teşvik etmemizdir."

Ancak yıllardır Kürt sorunu üzerine kafa yoran bir dönemin kalem erbablarının şimdi önerdikleri çözümü uygulama konusundaki sabırlarına dikkat çekmemiz lazım. Bilmeliyiz ki bu dönemde Kürt sorunu konusunda inisiyatif alma, aslanın ağzından avını almaktan daha zordur. Ekonomik gücünü uyuşturucu başta olmak üzere kaçakçılık üzerine bina etmiş, Türkiye coğrafyasının her yerinde eylem yapabilme gücüne sahip, devlete kafa tutmuş silahlı bir örgütün üzerine abandığı sorunun çözümüne karşı geliştirilecek her çözüm önerisi, siyasi intiharın eşiğine gelmekten başka bir şey değildi. Ancak Ak Kürtler inadına bu riski göze almışlardı. Elbette ki Terörsüz Türkiye Projesi’nde burada en büyük pay MHP Lideri Devlet Bahçeli’nindir. Bahçeli, mütereddit olan ve daha önceki açılım sürecinde FETÖ kadrolarının ihanetini yaşayan Ak Parti için tarihi bir yol arkadaşlığından öte, sığınacak bir “Milli Güç” haline gelmiştir.

Refah Partisi Kapatıldı, Ancak Ümmet Fikri Hâlâ Ayakta

Necmettin Erbakan’ın “İslam Kardeşliği” ve “Ümmet Birliği” çağrısı, sadece bir siyasi söylem değil, medeniyet perspektifiydi. Erbakan; “Bizim davamız yalnız Türkiye için değil; tüm İslam âlemi, hatta tüm mazlum milletler içindir.” diyordu. 16 Ocak 1998’de Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan Refah Partisi, Türkiye siyasi tarihinin en tartışmalı davalarından birinin öznesiydi. Ancak dava süreci, yalnızca bir partinin faaliyetlerine son verilmesinden ibaret değildi. Refah Partisi’nin lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın savunduğu ümmet fikri, İslam kardeşliği anlayışı ve medeniyet inşası vizyonu, dava dosyasına “delil” olarak konulan konuşma metinlerinden çok daha derin ve tarihsel bir bağlam taşıyordu. Anayasa Mahkemesi, 1998'de aldığı kararla Refah Partisi'ni "laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği" gerekçesiyle kapattı. Kararın gerekçesinde, parti liderlerinin söylemleri, camilerdeki etkinlikleri ve özellikle “İslam birliği” vurgusu, “rejime tehdit” olarak sunuldu. Ancak çok sayıda hukukçu ve siyaset bilimciye göre bu karar, siyasi alanın yeniden dizayn edilmesine yönelik bir müdahaleydi. Çünkü dava sürecinde sadece eylemler değil, fikirler de cezalandırıldı.

Erbakan, ümmet kavramını sadece bir dinî kardeşlik bağı olarak değil, aynı zamanda sömürge düzenine karşı bir alternatif medeniyet inşasının temel taşı olarak görüyordu. Bu nedenle, Refah Partisi’nin kapatılmasına gerekçe olarak gösterilen “İslam birliği”, “ümmet dayanışması” gibi söylemleri, o dönemde sistem açısından yalnızca siyasal değil, ideolojik bir tehdit olarak algılandı. “Batı kulübünün değil, İslam ülkelerinin birliğinin içindeyiz” diyen Erbakan, dış politikada D-8’i (Gelişen Sekiz Ülke Teşkilatı) kurarak bu birliği somutlaştırmaya çalıştı.

28 Şubat sürecinde medya ve yargı tarafından “irtica tehdidi” söylemiyle yürütülen algı kampanyasının merkezinde ümmet fikrinin hedef alınması dikkat çekiciydi. Türkiye'nin laiklik ilkesinin “tehlike altında olduğu” iddiasıyla, Erbakan’ın ümmet vurgusu bir tehdit gibi lanse edildi. Oysa Erbakan, bunu İslam dünyasının sömürüden kurtulması ve ekonomik bağımsızlığını kazanması için gerekli bir kardeşlik zemini olarak tanımlıyordu. Refah Partisi’nin savunduğu siyaset, sadece iç politikada değil, uluslararası dengelerde de bir rahatsızlık oluşturuyordu. Türkiye’nin NATO ve Batı ittifakı içinde kalarak, İslam ülkeleriyle bağımsız ve dayanışmacı ilişkiler kurması; hem Batı’daki karar alıcılar hem de içerideki vesayet mekanizmaları tarafından istenmeyen bir gelişmeydi.

“Batı'nın sadık müttefiki” yerine İslam dünyasında lider ülke olma vizyonu, Erbakan’ın siyasal hayalini tanımlıyordu. Bu hayalin adı ise: Adil Düzendi. Refah Partisi’nin kapatılmasına gerekçe yapılan konuşmaların satır aralarında; aslında bir milletin yeniden ayağa kalkma iddiası, ümmetin yeniden birlik arayışı vardı. Aradan geçen yıllar, Erbakan’ın ümmet fikrinin zaman zaman farklı isimlerle, farklı zeminlerde tekrar gündeme gelişine tanıklık etti. Bugün hâlâ hem Türkiye’de hem İslam dünyasında ümmet bilincini savunan çevrelerin, Siyasi İslami geleneğin fikrî mirasından beslendiği açıktır.

“Kapatılan Refah Partisi değil, düşmanın gönlündeki korkudur. Biz fikrimizi değil, sadece tabelamızı kaybettik”diyen Erbakan, ideallerin tabelalarla kapanmadığını göstermiştir. Siyasi mücadelesi boyunca ümmet fikrini, sadece bir slogandan öte, ekonomik bağımsızlık, kültürel diriliş, siyasî istikrar ve ortak ahlaki değerler üzerine kurulu yeni bir dünya düzeni olarak tarif etti. Bu bağlamda, Refah Partisi’nin kapatılması bir partinin değil, bağımsız İslam dünyası hayalinin durdurulması çabasıydı.

Ancak o hayal, bugün farklı aktörler ve yeni nesiller aracılığıyla yaşamaya devam ediyor. Aradan geçen çeyrek asra rağmen, ümmet fikri Türk siyasetinde farklı biçimlerde yaşamaya devam ediyor. Kimileri bu fikri kültürel aidiyet bağlamında, kimileri siyasal bütünleşme çağrısı olarak sahipleniyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son yıllarda yaptığı “Ümmetin birliğini savunmak ne zamandan beri suç oldu?” açıklamaları, Erbakan çizgisiyle kurulan bir söylemin devamı niteliğindedir.

Erdoğan’ın Ümmet Manifestosu: Tarihten Gazze’ye Uzanan Bir İttifak Çağrısı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son konuşmasında dile getirdiği “Türk, Kürt, Arap bir aradaysa, işte o zaman Türk de vardır, Kürt de, Arap da” sözleri, sıradan bir birlik çağrısının çok ötesinde, İslamcı geleneğin tarihsel tahayyülüne yaslanan derin bir ideolojik sunumdu. Bu söylev, Cumhuriyet döneminde yöneten elitlerin Batılılaşma sevdasına imha etmeye çalıştıkları “Milli Ruh”un yeniden ihyası değil midir ? İhya hareketi siyasi İslami geleneğinin özlemleriyle birebir örtüşüyor.

Erdoğan’ın konuşmasında geçen Malazgirt, Kudüs, İstanbul, Diyarbakır, Halep, Erbil, Şam ve Bağdat şehirleri, sadece coğrafi alanlar değil; aynı zamanda ümmet birliğinin ve ortak hafızanın mekânlarıdır. Burada Erdoğan, klasik bir milliyetçi söylem yerine, İslam coğrafyasını bir “medeniyet havzası” olarak tanımlıyor.

Selçuklu ordularının “Kürt ve Arap kardeşleriyle kaynaşarak” bu topraklara ulaştığını söylemesi, klasik Türk tarih anlatısını aşarak çok etnisiteli, çok dilli, çok mezhepli bir İslam dünyası ideali sunuyor.

Kılıç, Hançer, Kalem: Hem Direnişin Hem Medeniyetin Sembolü

Erdoğan’ın “kılıçlarımızla savaştık, hançerlerimizle ekmeği böldük, kalemlerimizle medeniyet kurduk” sözleri, hem cihad hem de ilim üzerinden bir ümmet birliği tahayyülü kuruyor. Bu sadece hamasî bir söylem değil; İslamcı düşüncede kılıç ile kalem arasındaki dengenin altını çizen klasik bir metafor.

Buradaki mesaj şu:

Biz hem Gazze’de savaşırız, hem de İstanbul’da medrese kurarız. Biz hem Haçlılara karşı çıkarız, hem de Şam’da bilim üretiriz.

“Tefrika” Vurgusu: Ümmetin Felaketi, Batı’nın Zaferi

Konuşmanın kırılma noktası, Erdoğan’ın “Moğollar yıktı çünkü Türk, Kürt, Arap ayrışmıştı… Haçlılar saldırdı çünkü kopmuştuk… Kudüs’ü yitirdik çünkü tefrika vardı” sözlerinde yatıyor. Bu, klasik ümmetin çöküş anlatısıdır.

Bu anlatıya göre, Osmanlı sonrası dönemde ümmet dağılmış, Batı emperyalizmi araya sınırlar sokmuş, halklar “milliyetçilikle” ayrıştırılmıştır. Erdoğan bu bağlamda, ümmetin yeniden birleşmesini bir ideolojik restorasyon olarak sunuyor.

"Bugün Büyük ve Güçlü Türkiye’nin Şafağı Söküyor"

Konuşmanın sonunda Erdoğan, “Malazgirt ruhu, Kudüs İttifakı, İstiklal Savaşı’nın nüvesi yeniden şekilleniyor” diyerek geçmişin üç kritik dönemini bugüne bağlıyor. Yani:

  • Malazgirt: Türklerin İslam coğrafyasına giriş kapısı
  • Kudüs: İslamî birliğin sembolü
  • İstiklal Savaşı: Batı’ya karşı Müslüman milletlerin direnişi

Bugün bu üç damar, “büyük ve güçlü Türkiye” idealinde birleşiyor. Ümmetin siyasi liderliğini Türkiye’nin üstlenmesi gerektiği mesajı açık: “Gazze’de susan Batı’ya karşı konuşan biziz; çünkü ümmetin sesi biziz.”

Yeni Bir Ümmet Tasarımı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması, sadece Gazze’ye destek değil, aynı zamanda İslam dünyasına bir liderlik çağrısıdır.

Türk, Kürt, Arap ayrışmasının tarih boyunca felaket getirdiğini, ittifaklarının ise medeniyet kurduğunu hatırlatıyor ve açılım sürecinin yeni bir dilini, hem de AK Parti’nin ümmet vizyonunu yeniden inşa etmeye yönelik ciddi bir söylem zemini sunuyor. Ancak bu tespitlerin bir takım oyunu ve topyekün bir seferberlik gerektirdiğini hatırlatıyor bizlere...Ümmet coğrafyasında soft power uygulamalarıyla dikkat çeken TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Diyanet Vakfı, Maarif Vakfı gibi kurumların da Türk-Kürt-Arap kardeşliği hedefte olması gerekir. Ancak Yunus Emre Enstitüsü’nün son olarak Suriye’ye yönelik atamalarda yaşanan kriz Erdoğan öngördüğü kardeşlik geleneğini imha etmeye yönelik işaretler veriyor.

Son olarak Erdoğan’ın Marksist, Leninist ve sosyalizm çizgisinde, seküler anlayışının hakim olduğu DEM’i içine alan yeni Anayasa değişikliği yolculuğu “Ümmet” çıkışına toslar mı ? Erdoğan yeni süreçte DEM’in parti tabanını hedef almaktadır. Çünkü tabanın zihinsel kodları, geleneksel oyları “Ümmet” çıkışının muhatabıdır. Yeni dönemde tabana yönelik çalışmalar için ciddi olduğu kadar kuşatıcı çalışma başlamıştır. Burada hedef Erdoğan’ın Anayasa değişikliğiyle yeniden aday alma süreci değil sivil anayasayı gerçekleştirme, Kürt seçmenin kültürel taleplerine cevap verme Cumhur ittifakını tahkimat yapma gayretidir. Hüdapar’ın bölgede etkinliğini Ak Parti desteğiyle giderek yükseltmesi İslami siyasetin iki önemli partisi Yeniden Refah ve Saadet Partisi’ni yeni yol haritası çizmeye mahkum etmiştir. Şimdi hangi siyasi gelenek “Ümmet” çıkısının üzerine yeni bir söylev koyabilecek güçtedir. Erdoğan, “Erbakan Hocam’ın dediğine geldi” söylemi mi önemli yoksa reel politikte uygulanan siyaset mi önemli. Demek ki kuru kuru “Milli Görüş” demekle, geleneği CHP potasında eritmek ile temsil kabiliyeti olmuyor. Yeni Ümmet tasarımı bir rüzgar olur Anadolu coğrafyasını aşarsa Ortadoğu halklarının yönetime müdahil olma talepleri de ete kemiğe bürünür. Talihsiz bir tefrikle MHP’nin Türkler’i, DEM’in Kürtleri, Ak Parti’nin Arapları temsil ettiği gibi bir analiz baştan komplocu ve işbirlikçidir. Yeni seçim döneminde Türk vatandaşı olan Arap seçmenin oy potansiyelini hesap etmek isteyenler Suriye’de normalleşme ile yapılacak seçimlerde Ümmet rüzgarına iyi bakmalıdır.