Bir süredir AK Parti içindeki gelişmeleri de AK Parti civarında gezinen, hinterlandı içinde bulunan siyasi partileri de yakından izliyoruz. Sevgili abim Abdurrahman Dilipak'a bakarsanız, AK Parti içinde bir "dip dalga" var. Dip dalga dediği şey, AK Parti'nin kendi içinde muhalefetini oluşturduğuna ilişkin.

Muhalefetin kaynağı ise "Erdoğan sonrası"; sanki Erdoğan için zaman bitmiş, 2028 sonrası Erdoğan aktif siyasette olmayacak, onun yerine yeni bir isim atanacak veya getirilecek. Belki de işin ilginç yanı, kamuoyunda Erdoğan'ın bir veliaht tayin edeceğine ilişkin yoğun bir kampanya düzenlenerek parti içi dengeleri bir yörüngeye oturtmak istiyorlar.

AK Parti'nin kuruluşundan bu yana kendi içinde bir koalisyon olduğunu bilmeyenler için bu çok ilginç olabilir. Ancak 2001 yılından bu yana AK Parti içinde çeşitli koalisyonların mücadelesi var ve Erdoğan bu koalisyonları zamana, mekâna, konjonktürel gelişmelere karşı aktif olarak kullanıyor.

Israrla görmezlikten geliniyor ama Erdoğan siyasetin satranç ustası. Hani merhum cennet mekân Necmettin ErbakanHocam, "Bizim hayalimize kurşun bile yetişemez." derdi ya, Erdoğan'ın da aktif siyasetteki hayaline parti içindeki koalisyonun çok da yetişebildiği söylenemez.

Evet, AK Parti içinde yoğun bir metal yorgunluğu var. Bu metal yorgunluğu giderek bir zehirlenmeye de dönüşebiliyor. Ancak partinin Erdoğan etrafında şekillenmesi, seçmen gözünde AK Parti'nin üzerinde Erdoğan'a verdiği güvenoyu, AK Parti'yi ayakta tutuyor.

Erdoğan, bunların hepsinin bilincinde. İşte bunun içindir ki kimi zaman "tavşana kaç, tazıya tut" edasıyla aktif siyasette parti içi dengelere, parti dışı dengelere de yol veriyor. İktidara tahkimat yapıyor, ana muhalefeti dizayn ediyor. Bu durumda neden gelecek seçimlerin ana muhalefeti yine Milli Görüş geleneği olmasın ?

Şimdi isterseniz gelin, Ahmet Davutoğlu'nun aralarında Saadet, Yeniden Refah, Deva ve Gelecek'in olduğu dört partinin birleşebileceği yolundaki gündeme getirdiği iddialara bakalım.

Bu, pratikte çok da mümkün değil. Çünkü Yeniden Refah ve Saadet Partisi, Millî Görüş geleneğinin ana omurgasından çıkan iki siyasi parti. İdeolojik temelini Millî Görüş'e dayandırıyor, referansları Millî Görüş, siyasi pergelin ucu da Millî Görüş çizgisine, merhum cennet mekân Necmettin Erbakan'ın siyaset modeline dayalı.

Evet, Deva'da ve Gelecek'te siyaset yapan birçok isim geçmişte Millî Görüş partileri içinde yer aldı, hatta oralardan milletvekili bile seçildi. Ancak bilinmeli ve görülmeli ki Deva da Gelecek de AK Parti'den kopan iki parça ve bu iki partinin yanı sıra Saadet Partisi de son seçimde Cumhuriyet Halk Partisi ile seçim ittifakı yapan ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanlığı adaylığını resmen destekleyen üç parti. Yeniden Refah, Recep Tayyip Erdoğan'ı destekledi. Ancak son genel seçimde de aldığı oyların üstüne büyük bir oya ekleyerek yerel seçimlerden üçüncü parti çıktı.

Belki Yeniden Refah ve Saadet Partisi için ileride birleşme, bir bütün hâline gelme söz konusu olabilir ama dört partinin birleşmesi pratikte mümkün değil. Pratikte mümkün olan tek şey ise Yeniden Refah Partisi'nin çatısı altında dört partinin seçim ittifakı yapması. Tabii ki bunun da getirisi olduğu gibi götürüleri var. Bir, parti tabanları son genel seçimde Cumhuriyet Halk Partisi'nin cumhurbaşkanı adayını desteklemelerinden dolayı tercihlerini Yeniden Refah Partisi'nden yana kullandı. Yeniden Refah Partisi'ne giden oylar içinde kabul edelim ki AK Parti'nin yanı sıra Saadet Partisi, Gelecek ve Deva'nın tabanları da yer aldı.

Seçim ittifakı Yeniden Refah Partisi'nin çatısı altında kalacak. Bu, konuştuğum parti kurmayları tarafından da desteklenen bir hadise çünkü Türkiye'nin üçüncü partisi olmuş bir siyasi partinin seçim ittifakı yapabilmesi için kendi çatısı dışında bir tercih alternatifi bulunmuyor.

Davutoğlu'nun hayalinde giderek “dip dalga” gibi yükselen “Milliyetçi taban” için herhangi bir öngörü yok. Birleşme ya da seçim ittifakı projesinde Büyük Birlik Partisi'ne bile yer vermedi. Milliyetçi oyların İyi Parti üst çatısı altında Zafer Partisi, Büyük Birlik Partisi, Milli Yol Partisi, Kutlu Parti, Ata Parti gibi organizasyonların oluşturacağı blok hesaba katılmamış değil görmezlikten gelinmiş. Milliyetçi oylar ile ilgili gelecek senaryosu MHP lideri Bahçeli'nin gazabı nedeniyle dile bile getirilmiyor.

Sol diyeceksiniz şimdi…Karayollarındaki bölünmüş yolları gibi bölünmüş bir sol gelenek var önümüzde…İBB iddianamesinin gölgesinde çırpınırken iktidar olmamak için mazeretim var sözü şimdi kabahatim var" sözüne çevrildi. Altın tepsi de iktidarı genel anlamda sağa, dar anlamda Milli Görüş türevlerine sunuverdiler.

Ancak bu seçim ittifakının da temelini cumhurbaşkanı adayları oluşturuyor.

Ahmet Davutoğlu burada şöyle bir şifre veriyor: “Bu birleşme AK Parti'yi de değişime zorlayacak. AK Parti ciddi bir meydan okuma görmeden değişmeyecek. Her şey çok iyi gidiyor sanıyorlar. Hâlbuki Türkiye'de büyük sıkıntılar var, siyasete dinamizm getirmek lazım.”

Ahmet Davutoğlu'nun bu sözlerinde "siyasete dinamizm getirme" sözü, 2028 yılında alternatif bir cumhurbaşkanı adayı önerilmesinden geçiyor. Yani bu dört siyasi partinin genel başkanı cumhurbaşkanı adayı gösterilemeyeceğine göre, alternatif bir aday üzerinde ittifak arayışları başlamış durumda.

Yani ne olacak? Dinamizmin adayı kenarda köşede bekleyen Abdullah Gül olabilir mi?

Abdullah Gül'ün dört siyasi partinin tabanları ile de liderleri ile de ilişkileri gayet iyi. Gerek kamuoyu önünde gerekse siyaset koridorlarında Abdullah Gül ile dört liderin çatıştığını bugüne kadar görmedik ve bilindiği üzere de Ahmet Davutoğlu'nu da Ali Babacan'ı da aktif siyasete getiren isim Abdullah Gül. Saadet lideri Mahmut Arıkan'ın genel başkan seçilmesinde Abdullah Gül'ün çevresinin çok etkili olduğundan bahsedilmişti. Bunda Mahmut Arıkan'ın Kayseri menşeli olmasının çok büyük önemi var. Bu öneminin yanında muhterem babalarının Abdullah Gül ile dostluğu bu ilişkiyi giderek katmerleşen bir hâle getiriyor.

Ahmet Davutoğlu'nun demecinde "AK Parti'yi değişime zorlama" kelimesinin üzerinde de durmak lazım. Yani "Biz dört parti seçim ittifakı kuruyoruz, AK Parti ile de seçim ittifakı kuramayız." demiyor. Yani ölümü gösterip AK Parti'yi sıtmaya razı etme gibi bir politika güdüyor. Şartları kabul edilebilirse AK Parti'ye dönüş biletini bu suretle almak mı istiyor?

Birçok siyasetçi, AK Parti'nin fabrika ayarlarına dönüşünün yolunun, kuruluşunda yer alan isimlerin tekrar partiye dönmesi şeklinde yorumlar yaptı. Kimi zaman bakın Ahmet Davutoğlu'nun demecinde ekonominin çok kötüye gittiğinden muzdarip bir şekilde yeni bir formüle ihtiyaç olduğunu belirtmesi karşısında Ali Babacan'ın sert bir eleştiri getirdiğini veya Ahmet Davutoğlu'nun ekonomi politikalarını eleştirirken hedef tahtasına Mehmet Şimşek'i koyduğunu hiç gördünüz mü?

Bunlar esasen Recep Tayyip Erdoğan'ı pek de tanımıyorlar. Son zamanlarda siyasi kaosun mikserliğine yeniden soyunan Bülent Arınç'ın ağa babası, MSP eski genel sekreteri Gündüz Sevilgen, Necmettin Erbakan için şunu söylemişti: "Erbakan yumuşak lastik gibidir, ezildi sanıyorsun, bitti sanıyorsun ama Erbakan yeniden ayağa kalkıyor." Recep Tayyip Erdoğan da tam bunun gibi.

Evet, AK Parti içinde Erdoğan sonrası için yoğun olduğu kadar da siyasetin koridorlarında zemin yoklamalarının ötesinde bir mücadele var. Mücadelenin tarafları da var. Ancak bu tarafların oynama alanları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kendilerine tanıdığı ve sınırlandırdığı alan kadar. Hakan Fidan Erdoğan'a rağmen Erdoğan sonrasına veya Numan Kurtulmuş devletin ikinci adamı olarak Erdoğan sonrasına hazırlanmasında kendisine çizilen ve tanınan alan kadar mücadele edebiliyor. Veya AK Parti içinde dini cemaatlerden tutun da eğitim kurumlarına kadar aktif olduğu kadar kuşatıcı bir güce sahip olan Bilal Erdoğan'ın yaptığı siyaset kendisine öngörülen alanın içinde kalıyor.

Erdoğan sonrası alternatif bir aday konusunda kararı verecek iki tane önemli unsur var:

Bir tanesi "derin millet," ikincisi de "terörsüz Türkiye projesi"nde isminden sıkça bahsettiğimiz malum "devlet aklı..." Türkiye'nin devlerle güreşinde Erdoğan sonrası bir cumhurbaşkanı adayı göstermek, bu iki tane karar merciinin yeni yol haritasına bağlı.

Bunları anlatırken yazının başlığında da belirttiğim cümleye gelmek isterim:

Boş yapma Mücahit!

Yani Erdoğan "Tamam" dedi mi ki Erdoğan sonrasını siyaset tartışır oldu? Erdoğan daha "Tamam" demedi, "Ben yokum" imasında da bulunmadı. Kimi zaman siyasetçilerin "son seçimim, son dönemim" sözlerine bakarsanız, devletin âli menfaatlerinin bu sözlerin üzerinde olduğunu görürsünüz. Erdoğan 2028'de de var olacak.

Elbette ki var olurken AK Parti'nin içinde bulunduğu durum, AK Parti'nin yeniden şekillenmesi veya Ahmet Davutoğlu'nun belirttiği gibi AK Parti'nin değişimine zemin hazırlayacak hamleleri de Erdoğan'ın yapacağı gözüküyor. Yeni oyuncular devreye girecek. Kenarda nadasa bırakılmış birçok siyasetçi var. Bu siyasetçilerin birçoğu açıktan aktif siyasete katılmasa bile kendilerine gönderilecek bir görev emri ile devletin çeşitli kademelerinde aktif rol alma kararında olmasalar bile zorunda olacaklar.

Yani siyasi yorumculara baktığımızda, ya binlerce yıllık Türk'ün töresini bilmiyorlar, devlet geleneğini okumamışlar, analiz etmemişler ve bir gelecek senaryosunda Türkiye'nin nerede ve ne şekilde konumlanacağını bilmezlikten geliyorlar.

Zaman, siyaseten stratejik derinlik gerektiren bir zaman. AK Parti'de Erdoğan sonrası için oluşan dip dalgayı Erdoğan'ın teşvik etmediğini, kanalize etmediğini kim söyleyebilir? Erdoğan'ın yirmi beş yıllık siyasi iktidarına baktığınızda, muhalefet liderini bile öngörme, kuşatma ve konumlandırma becerisine sahip olduğunu kim inkâr edebilir?