Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Amerika'ya ayak basacaktı ki Türkiye’nin patlamayan çıbanbaşı Fener Rum Patrikhanesi’nin baş papazı Bartholomeos Amerika'da bir sürü görüşmeye imza attı. ABD Başkanı Donald Trump ile görüştü; ABD'nin gölge dış politikasının tartışıldığı Council on Foreign Relations (CFR) toplantısında konuşma yaptı ve kendisini Türkiye Cumhuriyeti anayasasına aykırı bir şekilde “Konstantinopolis” ve “Yeni Roma” başpiskoposu, ekümenik patrik sıfatlarıyla sundu. Amerika'da sık sık sızlandı: Neymiş efendim, Türkiye'de Hristiyan azınlığın sayısı giderek azalıyormuş; Türkiye'de Hristiyanlara baskı uygulanıyormuş; İsrail'e güveniyormuş; Hamas’ı lanetliyormuş…
Şaşırdık mı? Elbette ki hayır.
Baş papaz Türkiye'de FETÖ'nün bıraktığı yerden vites yükselterek yoluna devam ediyor. Amerika'ya gitmeden önce FETÖ bağlantılı bir dinlerarası diyalog toplantısına imza atmıştı. Hatta toplantıya FETÖ bağlantılı papaz Adamakis de katılmıştı. Bu toplantıdan hemen sonra ABD'nin Ankara Büyükelçisi de baş papazı ziyaret etmiş; Tom Barrack “Türkiye, Suriye ve bölge genelinde geniş kapsamlı bir ekonomik diyaloğu destekleme konusunda kararlılığını konuştuk” sözlerini Türkiye’nin gözlerinin içine baka baka söylemişti.
Hükümet eleştirilirken sık sık söylenen “İncirlik ve Kürecik üsleri kapatılsın” sözleri var ya, muhalefetin kafasına takması gereken uluslararası irin merkezi Patrikhane’dir.
Türkiye’de dinlerarası diyalog toplantısı yapmadan önce soluğu Atina'da alan baş papaza, Yunan Genelkurmay Başkanı İstanbul'u Türkiye sınırları dışında gösteren bir Helenizm haritası hediye etmiş; bu harita Patrikhane’nin resmi web sitesinden yayımlanmıştı.
Esasen baş papaz Türkiye’den yana oldukça dertliydi… 2006 yılında Heybeliada Ruhban Okulu'nu açmak istediklerini, ancak “derin devletin” buna izin vermediğini belirtiyordu. 2024 yılında Milli Eğitim Bakanı ile yaptığı görüşmelerde Heybeliada Rum Okulu’nun yeniden açılması için bir takım görüşmeler yaptığını aktarmış; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Trump ile yapacağı görüşmede bu konunun masaya konulmasını istediğini söylemişti.
Şimdi gelelim bu baş papazın gücünün nereden geldiğine…
Kasım Gülek’in eşi Patrikhane’de takdis olmuş!
Bu işin altında da CHP çıkıyor. Mustafa Kemal’in misyonerlik okullarını kapatabilmek için çıkardığı Tevhid-i Tedrisat Kanunu bile gözü görmeyen, ABD’nin uydu ve emir eri gibi hareket eden CHP’nin günah galerisinden örnek aktaracağım.
FETÖ lideri Gülen’i mason locasına kaydettiren ünlü bir CHP'li var: Kasım Gülek. Amerika'nın ileri uç karakolu gibi çalışan Kasım Gülek, Türkiye'de birçok operasyona imza attı. Örneğin New York Times matbaasının Zaman gazetesine tahsis edilmesi girişiminin altında o var; onun sağladığı fon ile Alaattin Kaya Türkiye'nin en gelişmiş matbaa makinelerine sahip oldu. (Muhafazakâr kesim Alaattin Kaya’yı “Yahudi Alaattin” diye anarlar.) Alaattin Kaya, FETÖ lideri Gülen ile baş papazın 1996 yılındaki görüşmesini sağlayan iki isimden biriydi. Diğeri ise şimdilerde ara sıra ekranlarda boy gösteren, bir Amerikan enstitüsünde görev yapan gazeteci Aslı Aydınbaş.
Kasım Gülek’in hünerleri bununla bitmiyor: Fatih Üniversitesi’ne, İstanbul Beylikdüzü'nde sağlanan arazinin temininde Kasım Gülek’in sağladığı fon var. Neyse, konumuza dönelim:
Baş papaz, Kasım Gülek’in eşi Nilüfer Gülek’i takdis etmiş. Yanlış duymadınız. Ekmek ve su ile kiliseye gidip takdis olmuşlar. Bu konuyu köşesine taşıyan isim Leyla Umar; 26 Temmuz 2009 tarihli Vatan gazetesinde şu satırları yazıyor:
“CHP’nin eski Genel Sekreteri Kasım Gülek, Meclis’teki müzmin bekarların başında gelirdi…
Onu bazen Maçka’daki evimde ağırlardım… Neden evlenmediğini sorduğumda ise ‘Kişiliği anneme benzeyen bir kadın tanısam elbette hemen evlenmek isterim’ derdi…
Bir gün kapımı çaldı, açtım: Karşımda Kasım Gülek! Kolundaki yeşil-lacivert gözleri gülümseyen genç kadını gösterdi: ‘İşte nişanlım Nilüfer!’ Ardından ekledi: ‘Buradan hep birlikte aziz dostum Patrik Athenagoras’a gidiyoruz. Nilüfer’i takdis etmesini istiyorum...’
Üçümüz o gün Patrikhane’ye gittik… Patrik’in takdis ettiği bu gelinle güvey, Büyükada Anadolu Kulübü’nde verdikleri davet ile dostlarını ağırladılar…”
Bu iş bununla da sınırlı değil. Türk medyasının derin arşiv araştırmacısı Tamer Korkmaz’ın köşesine bir müracaat edelim. Bir sarraf ustası titizliğiyle arşiv belgeleri arasından Fener Rum Patrikhanesi’nin Amerika ile direkt bağlantısını şu şekilde aktarıyor Tamer Korkmaz:
“Türkiye’de Fener Rum Patriği seçilen (21 Şubat 1946) Maksimos’u Sovyetler Birliği taraftarı olduğu gerekçesiyle istifa ettiren ABD… Onun yerine başpiskopos Athenagoras’ı alelacele Türk vatandaşlığına aldırttı ve Fener Rum Patrikhanesi’nin başına geçmesini sağladı… Harry Truman’ın özel uçağıyla Türkiye’ye gelen, CIA’in kontrolündeki Athenagoras, kendisini kabul eden İnönü’ye Başkan’ın özel mektubunu sundu ve ‘Truman Doktrini’nin dinsel kısmını teşkil ediyorum’ dedi!” (Yeni Şafak, 10 Ekim 2018)
28 Mart 1949’daki İsrail’i tanıma kararının altında dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün imzası vardır. Bu imzadan iki ay önce, 26 Ocak 1949’da İstanbul’a gelen Rum Ortodoks Patriği Athenagoras, kısa süre sonra Ankara’ya giderek İnönü’yü ziyaret etmişti. New York Metropoliti Athenagoras, 1 Kasım 1948’deki patrik seçimini Türkiye’deki Rumlardan olan iki adaya karşı kazanmıştı. (14/08/2024, Çarşamba, Yeni Şafak
İsmet Paşa, sahte evrakla baş papazı T.C. vatandaşı yapmış
Türkiye’nin çıbanbaşı bu kadar cüretkar, bu kadar hukuk tanımaz baş papazın hadsizliğinin altında bir bakıma CHP’nin hediyesi olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Patrikhane’ye 1948 yılında merhum İsmet İnönü’nün ABD'ye verdiği söz ile kol kanat germesi işin içinden çıkılmaz bir “iflah olmaz serüveni” yaşamamıza neden oldu. Merhum Süleyman Demirel’in dava arkadaşı iş insanı Cavit Çağlar’ın “Fırtınalı Bir Yaşam Öyküsü” adlı hatıra kitabında yer alan çarpıcı bilgileri okuduğunuzda bana hak vereceksiniz:
Dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in Rauf Denktaş’a anlattığı bu hadise, 1998’de Çağlar tarafından aktarılmıştır. Çağlar, T24’ten Cansu Çamlıbel’e verdiği 5 Ağustos 2024 tarihli röportajda da şunları söylüyor:
“Üç aday arasından seçilen Athenagoras ortada yoktu. Babıali’nin acar muhabirleri iz sürüyorlar… Fener Rum Patriği’nin Lozan Anlaşması’na göre mutlaka Türk vatandaşı olması gerektiğini tespit ediyorlar. Yeşilköy Havalimanı’ndaki muhabirler, 1949’un 26 Ocak günü İstanbul’a inen önemli bir uçağın haberini alıyorlar. ABD Başkanı Truman’ın tahsis ettiği bu uçaktan sürpriz bir yolcu iniyor… Yeni seçilen Patrik Athenagoras, kendisine eşlik eden ABD heyetiyle birlikte İstanbul’a ayak basıyor. Aynı gün Patrikhane’de tacını giyiyor; ardından Ankara’ya giderek İsmet Paşa’yı ziyaret ediyor…”
Cavit Çağlar anlatmaya devam ediyor:
“Athenagoras’ın Patrik olarak Türkiye’ye geldiği dönemde İhsan Sabri Bey Emniyet Genel Müdür Yardımcısı’ydı. Genel Müdür ona İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri’ne gitmesi talimatını veriyor; konu açılmak istenmiyor… Çağlayangil, Genel Sekreter’e Athenagoras’ın T.C. uyruklu olup olmadığını sorunca şu cevabı alıyor: ‘Reisicumhurumuz ilgililere bunun yapılacağına dair söz vermiş; bu iş nasıl olacak, biz ona bakalım!’ Emir büyük yerden geliyordu… Oldubitti haline gelmiş mevzular araştırılmayacaktı! Nüfus Genel Müdürü ile paylaşılan bu devlet sırrı sonucu, Yanya doğumlu diye gösterilen Athenagoras için yeni kimlik hazırlandı… Fener Rum Patriği seçilen Athenagoras sahte evrak düzenlenmek suretiyle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılmıştı!”
Erbakan, İsmailağa ve tekkelerin stratejisi
Merhum Erbakan Hoca, öğrenciliğinde İsmailağa cemaatinin büyük şeyhi Ali Haydar Efendi’den ders almıştı. Ali Haydar Efendi’nin çok asabi ve tavizsiz biri olduğunu belirtirdi. Hatta, Hafız Sadettin Kaynak Türkçe ezanı minareden okuduğunda, Ali Haydar Efendi elinde bastonuyla minare kapısında onu beklemiş; Sadettin Kaynak’ı kovalamıştı. Bir sohbetimizde yıllarca Fatih’te oturan bir sakin olarak İskenderpaşa ve İsmailağa cemaatlerinden bahsettiğimizde Erbakan Hoca “İsmailağa bir yere kıpırdayamaz, onlar vazifelidir” demişti. O zaman bu sözün ne anlama geldiğini anlamamıştık ama yıllar geçince cemaatlerin stratejik önemini daha iyi anlıyoruz: Görünürde bir cami, bir tekke, bir medrese ama rahmetli Nazif Gürdoğan’ın ifadesiyle “görünmeyen üniversite”nin ötesinde bir karargâh, görünmeyen strateji merkezleridir.
Bir dönem televizyonda yaptığım programda ünlü siyaset bilimci stratejist Murat Bahadır Akkoyunlu ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın merhum Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenazesine neden katıldığını konuştuğumda ilginç cevaplar almıştım. Şimdi ilin toplamaya devam eden çıbanbaşı Fener Rum Patrikhanesi ve karşısında, Fatih’i, İstanbul’u kol kanat altına almış tasavvuf ve tarikatların stratejik hamleleri devam ediyor.
Murat Bahadır Akkoyunlu şöyle diyor:
“Mahmut Efendi tarikat değil, okul hizmeti yaptı”
Soru: Mahmut Efendi kimdir, hangi rolü üstlenmiştir?
Akkoyunlu: Mahmut Efendi bir Horasan Türküdür. Karadeniz’i Osmanlı ile harman eden seyitlerin, Türkmenlerin ve Çepni boylarının temsilcisidir. Onun hizmeti tarikat ritüelleri değil, ilim hizmetidir. Çarşamba’daki külliyesinde binlerce öğrenciye tefsir, hadis, fıkıh ve Kur’an eğitimi verdi. Bu yönüyle İsmailağa sıradan bir tekke değil, bir okul; hatta görünmeyen bir üniversitedir.
“Rum diye millet yok, doğru ifade Ortodoksluktur”
Soru: Fener Rum Patrikhanesi ile İsmailağa’nın karşı karşıya gelişi nasıl yorumlanmalı?
Akkoyunlu: Öncelikle “Rum” diye bir millet yoktur, bu siyasi bir kavramdır. Doğru ifade “Ortodoks Kilisesi”dir. İşte Mahmut Efendi’nin külliyesi tam da bu merkezin karşısındadır. Bu bir tesadüf değil. Ortodoks Patrikhanesi çevreyi dönüştürmeye çalışırken Mahmut Efendi’nin medreseleri adeta bir set oluşturdu. Eğitim yoluyla İstanbul’un kalbi korunmuş oldu.
“Balat, Karagümrük ve Fatih’in işgalini engelledi”
Soru: İstanbul’un semtlerinde nasıl bir etki görüldü?
Akkoyunlu: Patrikhane, Balat, Karagümrük, Tophane ve Fatih’te emlak satın alarak bölgeleri dönüştürmek istiyordu. Mahmut Efendi’nin çevresi bu süreci durdurdu. Kuşattı, kıpırdayamaz hale getirdi. Eğer o müdafaa olmasaydı bugün bu semtler çoktan elden gitmişti. Buralarda yaşayan insanlar, 1453’ün torunları diye boşuna anılmıyor.
“Cumhurbaşkanı cenazeye şeref taşımak için gitti”
Soru: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cenazeye katılımı ne anlama geliyor?
Akkoyunlu: Cumhurbaşkanı o cenazeye gitmekle Mahmut Efendi’ye şeref bahşetmedi; aksine onun omuzlarına şeref taşımak için gitti. Çünkü Mahmut Efendi Türk devlet aklının bir temsilcisiydi. Horasan yiğitlerine itibar etmek, Cumhurbaşkanı için bir görevdi. Yıllarca Batı’nın dayatmalarına boyun eğildi, Patrikhane’ye itibar edildi. Ama bu cenaze bambaşka bir mesaj verdi: Türk milleti kendi manevi önderlerine sahip çıkıyor.
“Derin devlet değil, derin millet”
Soru: Sizin sıkça vurguladığınız “derin millet” kavramı ne anlama geliyor?
Akkoyunlu: Türkiye Cumhuriyeti devleti tarih boyunca parçalı bir yapıya sahipti. Amerikan, İngiliz, Fransız etkileri oldu. Ama bir de 2.200 yıllık Türk devlet aklı vardı. İşte Mahmut Efendi’nin temsil ettiği damar, bu aklın toplumsal ayağıdır. Bu nedenle ben buna derin devlet değil, derin millet diyorum. Onun sayesinde devlet geleneğimiz darbelere rağmen ayakta kaldı.
“Tekkeler hiç kapanmadı, kapatılamaz”
Soru: Cumhuriyet döneminde tekkeler kapatılmadı mı?
Akkoyunlu: Kağıt üzerinde tekkeler kapatıldı ama gerçekte hiçbir darbe yönetimi oralara dokunamadı. Çünkü bu yapılar devlet aklının da bir parçasıydı. Mahmut Efendi ve arkadaşları Ortodoks Patrikhanesi’nin kuşatmasını kırmak için adeta görevlendirilmiş gibiydi. Bu, Türk devlet aklının bir operasyonudur.
“NATO’yu kıvrandıran bir irade”
Soru: Bugünkü uluslararası dengeler açısından nasıl bir anlam çıkarıyorsunuz?
Akkoyunlu: Bakın, bugün Cumhurbaşkanı NATO’yu kıvrandırıyor. Bunun arkasında sadece siyasi akıl yok; bu manevi damar da var. Horasan geleneği öyle bir güç ki, devletin uluslararası arenadaki duruşunu da şekillendiriyor. Biz NATO’nun köpekliğini yaptığımız dönemleri yaşadık. Bugün ise sözümüzün üstüne söz söyleyebilen yok. Bu, o derin milletin iradesidir.
Türkiye’nin Baş Papaz ile imtihanı daha bitmedi. İpleri sıkı tutmak, tahkimat yapmak lazım. İsmailağa teslim olmadan dağılmadan oraya tahkimat yapmak gerekiyor. Eğer cemaat liderlerine karşı başıbozuk bir saldırı, Mossad destekli bir operasyon olursa “Çarşamba” karışır.