Türkiye’de asgari ücret, sadece düşük gelirli çalışanların geçim standardını belirleyen bir unsur değil; aynı zamanda genel ekonomik dengenin, iç talebin ve sosyal refah politikalarının temel göstergelerinden biri konumundadır. 2025 yılı itibarıyla uygulanan net asgari ücret, geniş bir çalışan kitlesi için ana gelir kaynağını oluştururken, bu ücretin üzerinde yer alan vergi ve kesintiler de kamuoyunun uzun süredir gündeminde yer almaktadır.
Asgari ücretle çalışan bireyler, gelirlerinin büyük bölümünü temel ihtiyaçlara ayırmak zorunda kalmaktadır. Buna rağmen, mevcut sistemde asgari ücret üzerindeki dolaylı ve dolaysız vergi yükleri dikkate alındığında, çalışanların alım gücünün reel anlamda daraldığı görülmektedir. Her ne kadar son yıllarda gelir vergisi tarifelerinde yapılan düzenlemelerle, asgari ücret vergi dışı bırakılmış olsa da, çalışan üzerindeki yük sadece gelir vergisiyle sınırlı değildir. SGK primleri, damga vergisi ve dolaylı vergilerin toplam etkisi hâlâ yüksek bir maliyet oluşturmaktadır.
Üstelik bu yük sadece çalışanı değil, işvereni de doğrudan etkilemektedir. İşveren, brüt asgari ücretin üzerine eklenen prim ve diğer kesinti ödemeleri nedeniyle, her bir çalışan için önemli bir maliyeti üstlenmek zorundadır. Bu durum, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler için kayıt dışına yönelme eğilimini artırmakta; işçi-işveren ilişkilerinde sürdürülebilirliği zorlaştırmaktadır.
Peki çözüm nerede aranmalı? Öncelikle, asgari ücret üzerindeki dolaylı vergi baskısının azaltılması, özellikle temel tüketim kalemlerindeki KDV oranlarının yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca sosyal güvenlik primlerinde belirli sektörlerde kademeli indirimler veya teşvik sistemleri uygulanarak hem işverenin yükü hafifletilebilir hem de istihdam artışı desteklenebilir.
Öte yandan, ücret politikalarının sadece rakamsal artışlarla sınırlı kalmaması gerektiği açıktır. Alım gücünü artıracak yapısal önlemler alınmadıkça, yüksek enflasyon ortamında yapılan ücret artışlarının kısa vadeli rahatlatıcı etkisi hızla ortadan kalkmaktadır. Bu nedenle, ücret politikaları mali disiplinle çelişmeden, vergi adaleti ve sosyal devlet ilkeleriyle uyumlu bir biçimde şekillendirilmelidir.
Asgari ücret tartışmaları yalnızca ücretin miktarı üzerinden değil, ücretin üzerindeki yüklerin adaleti üzerinden de yapılmalıdır. Vergi yükü azaltılmadan, kalıcı refah artışı sağlamak mümkün görünmemektedir. Sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için, emek gelirlerinin üzerindeki yüklerin hafifletilmesi artık ertelenemez bir zorunluluk haline gelmiştir.