“Yeni nizam, yeni insan, akıncının hedefi” diye başlayan marşı abilerden çocukken dinlemiştim ilkin. Mehmet Güney'in “İlla devlet, illa devlet, illa devlet” diye başlayan konuşmasına şahit olduğumdan beri dilimdedir bu marş. Geçenlerde Necmettin Bilal Erdoğan’ı dinlerken kullandığı şu ifadeler bana bu marşı tekrar hatırlattı:

“Geldiğimiz noktada hamdolsun o aydın sınıfı tasfiye oluyor. Orada bir transformasyon, geçiş dönemi yaşıyoruz ama yeni bir aydın sınıfımız henüz ortaya çıkmış değil. Toplumun saygı duyduğu, sözüne itibar ettiği ama aynı zamanda yerli ve milli olan yeni bir aydın sınıfının yükselmesine de çok ciddi ihtiyacımız var.”

Erdoğan Bilal Erdoğan

Al sana yeni nizam, yeni insan manifestosu... Pergelin ucunu yeni nizama ve yeni insana batıran bir mefkurenin ayak seslerini duyuyor gibiyiz. Evet evet, ufukta bir fırtına kopuyor ancak dalgaların sahile geç vurması gibi biz fırtınayı yeni yeni hissediyoruz. Bu manifesto; 2026 yılında Necmettin Bilal Erdoğan’ın çıkışını özetleyen ve müktesebatına Kızıl Elma olarak Türk dünyasını koyan bir anlayışın durum tahlilinde, Anadolu'ya dayanan yerli ve milli bir anlayışın çıkış yılı olacak.

2026 yılı bize neler hatırlatıyor biliyor musunuz? Merhum cennetmekân Necmettin Erbakan’ın doğumunun 100. yılı... 2026’da küllerinden yeniden doğacak bir siyasi organizasyondan bahsediyorum. Metal yorgunluğunun güç zehirlenmesi ile birlikte medeniyet fedailerinin kenara çekilip adanmış kadroların tribünlere mahkûm edildiği; dadanmış kadroların dine, millete, ekonomiye, kültürel hayata abandığı çürümüşlüğün içinden yeni bir gül fidesi gibi bir medeniyeti imar, inşa ve ihya etmenin kararlılığını dinliyoruz.

Geçenlerde Okçular Tepesi’nin boş olmadığını, Necmettin Bilal Erdoğan’ın Okçular Tepesi’nden işaretle yeni bir döneme başlayacağının sinyallerini yazmıştık. Çok arayanlar, soranlar oldu. Herkes zihnini yormadan “hap” gibi cevap bekleyip kalkacak trene atlamayı planlıyor.

Mantık şu:

“Yerimizi alalım!”

Dananın kuyruğu da burada kopuyor. Yeni dönemde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yani okyanuslarda yüzen balinanın hızını kesen, üzerine yapışan balıklar olduğu gerçekliğini göz ardı etmeden; Erdoğan bir yandan gaza basıp vites yükseltti ancak üzerine yapışan balıkların heva ve hevesleri yüzünden sancağın burçlara dikilmesi gecikti. Bunun farkında olarak Necmettin Bilal Erdoğan şöyle demişti:

“Biz adeta bu içimizdeki fitnelerle, bu içimizdeki kaypaklarla, bu içimizdeki hainlere verdiğimiz primlerle Cumhurbaşkanımızın gücünü, enerjisini azalttık.”

Geçtiğimiz günlerde yaptığı konuşmada direkt hedef aldı, örtüyü kaldırdı, ifşa etti ve böylelikle ne yapılmak istendiği konusunda beyinlere en azından bir travma yaşatacak bir hesaplaşmanın da ipuçlarını verdi. Hesaplaşma derken; bir süredir İstanbul Başsavcısı -benim deyimimle yargı içindeki koçbaşı- Akın Gürlek üzerinden çürümüş zihinlerin ve eylemlerin üzerine ardı arkasına giden operasyonlarla bir meydan okuma ile karşı karşıyayız. Bu meydan okuma bir bakıma temizlenme... Devletin, milletin din ve imanı üzerinde yeni sektörler oluşturanların canına ot tıkayacak noktaya geldi.

Uzunca bir dönem önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ekonomik kriz karşısında Rusya Lideri Putin’in oligarklara karşı sürdürdüğü bir operasyonun benzerini Türkiye’de uygulayacağını yazmış idim. Adım adım o döneme geliyoruz. Türkiye’de çayın taşıyla çayın kuşunu vuran, bununla da yetinmeyip bir türlü doymayan gözlerini yeniden milletin kasasına dikenlere karşı operasyonlar çoktan başladı. İş adamları bir bir Türkiye’den kaçırdıkları parayı sisteme nasıl sokacaklarının yolunu ararken; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yorulmuşluğuna rağmen kimseye aldırmadan bir sürek avını başlatmış durumdadır. Çürümüşlüğün had safhaya vardığı bir dönemde yapılan operasyonların çeşitliliğine baktığınız zaman, bataklığı kurutma gibi bir strateji üzerinde taktikler görüyoruz. Bu çaresizliğin ifadesi değil; topluma gelecek için hayal kurma, gençler için kariyer planı yapmanın imkânını açmaya yönelik bir hamle olarak kayda geçiyor. İş sadece onun gidip bunun gelmesi, koltuktan kalkanın yerine yeni birinin oturması değil.

“Üstün dirayetiyle, liderliğiyle Cumhurbaşkanımız, ‘Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, 21. yüzyıl dünyasına damga vuracak bir Türkiye inşa edelim’ diyor. Bunu inşa edecek, başaracak olan elbette ki sizlersiniz. Cumhurbaşkanımız bizim yolumuzu adeta açtı. Bunun mümkün olabileceğini bizlere gösterdi. Şimdi biz de bunu başarmak için çok çalışmak zorundayız. Çok çalışmanın kolay alternatifi yok. Çok çalışmak bizim yegâne çıkar yolumuz.”

Necmettin Bilal Erdoğan’ın son konuşmasından anladığım; yeni dönemin yeni bir nizamla şekilleneceği, yeni bir insan ile örüleceği ve Kızıl Elma ülkesine tahkimat yapılacağı şeklindedir. Bunları okuyunca hemencecik aklınıza gelen ilk soru “olur mu?” sorusudur.

Geçenlerde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Milli Selamet Partisi’nden bu yana yol arkadaşı olan bir abimizi aradım. Hürmet içeren kelamlardan sonra mevcut durumu nasıl anlamam gerektiğine ilişkin “diş kirası” talep ettim. Anlattıklarında başa koyduğum ilk kelime “Sultanım böyle istedi” oldu...

Hemen yine aklınıza geldi değil mi?

Erdoğan Bahçeli Kurtulmuş Destici

“Sultanım da kim?”

Onu da anlatayım. Onu da anlatayım derken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “455 Bininci Afet Konutu Kura Çekimi, Anahtar Teslimi ve Yapımı Tamamlanan Yatırımların Toplu Açılış Töreni”nde konuştu. Bahçeli, “Günümüzün (Sultan) Süleyman’ı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Günümüzün (Mimar) Sinan’ı Murat Kurum Bey Çevre Bakanımızdır.” deyiverdi.

Dergâh kültürü olanlar, müntesiplik bağının getirdiği ulviyetle genellikle yol göstericilerine “Sultanım” derler... Gönülden bağlılık, yol gösterici ile kurulan rabıta; “Sultanım” diyenler için bulunmaz bir nimettir, bir bakıma şarj dinamosu böyle dolar. Bağlılığını, sevgini, itimadını, intisabını ve en önemlisi de biatını verdiğin lidere -merhum cennetmekân Necmettin Erbakan’ın deyimiyle- cihat emirine sadakatin bu sözle ete kemiğe bürünür. Biz gençlik yıllarımızda merhum Necmettin Erbakan Hocam karargâhına gelirken kullandığımız “Padişah Efendimiz geliyor” sözü ona karşı sadakatimizi gösteriyordu. Hocamın hayatında en hoşuna giden slogan “Mücahit Erbakan” sloganıydı zaten, üstüne de başka slogan üretilmedi.

AK Parti’nin kuruluş yıllarıydı; genel merkezde yoğun toplantılar olduğu sırada -kulakları çınlasın- Cüneyd Zapsu bir konuyu anlatırken ağzından şu kelimeler dökülüverdi:

“Ben sultanıma anlatırım.”

Cumhurbaşkanımızın Başbakanlık döneminde de Cumhurbaşkanlığı döneminde de yakın çalışma arkadaşlarının böyle hitap ettiğini duymuştum. Allah var, ben de muhterem eşime de sevdiğim büyüklerime de gönülden rabıta kurduklarıma da böyle hitap ederim:

“Sultanım...”

Elbette ki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın gençlik döneminde, siyasal mücadelesinde Taksim’in arka sokaklarında insanlara emr-i bil maruf nehyl-i anil münker” sorumluluğunda arkasında kaya gibi duran Sultan Baba’ydı.

Neyse konumuza dönelim.

2026’da AK Parti’de bir değişim dönemi gerçekleşecek. Hani bir büyüğümüz “Sultanım böyle istedi” dedi ya; mevcut gelişmeleri sokakların dili ile raconun sözleri ile yorumlarsak, “kurtlukta düşeni yemek kanundur” geleneği gereği zayiata bakılmayacak, işin özeti kimsenin gözyaşına bakılmayacak. Zaten il başkanlarından başlayarak ilçe yönetimlerine kadar birçok değişiklik görevlendirmeler yoluyla yapıldı. Yani yol üstündeki engeller bir bir kaldırıldı, yol temizlendi.

Şimdi bu açılan yolda AK Parti’yi yeni dönemde yeni kadrolar, yeni bir heyecan ve yeni bir vizyon bekliyor. Bugüne kadar parti içinde kimler ne yaptı, ne etti; elbette ki bunların bilançoları çıkarıldı. Kimlerle yola devam edilecek, kimlerle edilmeyecek, kimler dinlendirilecek, kimler yeniden sahaya sürülecek? Bunların hepsi birer birer ortaya çıkacak. Yani siyasi araştırmacıların gördüğü gerçekliği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görmediğini mi düşünüyorsunuz?

Çelikten bir irade, bir liderlik yapısı var. Çelikten iradenin altında; metali giderek çürüyen ve bünyeyi giderek zehirleyen, çöreklenmiş, heyecanını yitirmiş, kendi gündemini kaybetmiş, dışarıya -rakiplerinin çizdiği gündeme- göre hareket etme gayesinde olan bir yapı var. Burada kimsenin emeğini, alın terini, gayretini, azim ve kararlılığını, davaya sadakatini sorgulayacak ve eleştirecek değilim.

Ancak şu bilinmelidir ki AK Parti arazisi, parti büyüğümüzün söylediği gibi “Sultan”a, yani Recep Tayyip Erdoğan’a aittir. Tecrübesinde şunu görüyoruz ki; parti kurulurken 312 mağduriyeti nedeniyle “kurucu olma” diye karşısına çıkan engeli, “Ben kurucusu olmadığım partinin genel başkanı olmam” diyerek reddeden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; Başbakanlığın devri başta olmak üzere, milletin seçeceği ilk Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda da parti içindeki egemen kadroların engeline takılmıştı. Şu anda Meclis Başkanı olan muhterem Numan Kurtulmuş, Saadet Partisi’ne genel başkan olduğu dönemde Fatih Erbakan ve Elif Erbakan’ın parti yönetimine alınmasına karşı çıkılması karşısında cennetmekân Necmettin Erbakan Hoca’nın sözünü şöyle nakletmişti:

“Numan Bey, Milli Görüş arazisi benim. Ben bu arazinin üzerine bırak gecekonduyu, yapı bile yaptırmam.”

Şimdi gelinen noktada; gençliğini, sağlığını, uykusunu feda ettiği bir medeniyet projesinde saçlarına aklar düşürmüş bir Recep Tayyip Erdoğan’ın, AK Parti arazisi üzerine kimseye gecekondu yaptırmaması, buna geçit vermemesi, arazisinin işgal edilmesine izin vermemesi doğal değil mi?

Elbette ki parti içinde var olan ve süregelen koalisyonlar nedeniyle yönetimi paylaşmış olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın; gücünü ve arazisini paylaşma konusunda bu kadar cüretkâr olunacağını beklemesi, kargaların telgraf tellerine konacağını beklemek gibi bir hayaldir.

Söyleyeceğim o ki;

2026 yılında AK Parti’yi olağanüstü bir kongre bekliyor. Eğer bu müdahalede geç kalınırsa; eğer bir dokuma tezgâhında olduğu gibi ipler tezgâha geç girerse, değişiklik yapılmaz, desenler oluşmaz ve renkler girmez ise önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürprizlere gebe bir haldedir. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, gelen ve gelecekte olan yakın ve açık tehlikeyi görmekte; buna ilişkin “neşter operasyonu”nu yapmakta kararlıdır. Bir süredir yargı yoluyla yapılan toplumsal çürümüşlüğün karşısında bürokrasi temizliğini ve elbette ki siyasi temizliğini de yapacaktır.

Bazı siyasal gözlemciler “AK Parti’den yeni parti doğar mı?” diye zihinsel egzersizlerini yapmaya devam etsinler; ve AK Parti’nin içinden çıkan siyasi partilerin durumunu iyi gözlesinler...

Elbette ki insanın ömrü gibi bir partinin de, bir siyasal hareketin de ömrü vardır. Bu bir bayrak yarışıdır. Önceki siyasal koşucunun teslim ettiği bayrağı hedefe, çizgiye taşıma konusunda sergilenecek performans ve gayret; kötü mazide kalan atiyi kurmakla şekillenecektir.

Bilmem anlatabildim mi?

Vesselam…