Bir zamanlar akşam pazarına gitmek, bereketli sofraların habercisiydi. Bugün ise aynı pazarlar, dar gelirli vatandaşın umuda tutunduğu son adreslerden biri haline geldi. Market raflarında yükselen fiyatlar, artık sadece alışveriş listelerini değil insanların ruh halini de değiştiriyor. Türkiye’de ekonomi yalnızca rakamlarla değil; sokakta, evde, sofrada ve zihniyette yaşanan değişimle kötüleşiyor.
 

Resmî açıklamalarda büyüme rakamları pozitif görünebilir, ancak vatandaşın hissettiği gerçekliğin dili bambaşka. Tenceresi kaynamayan biri için istatistiklerin bir anlamı kalmıyor. Asgari ücret, hızla artan enflasyon karşısında değerini kaybediyor. Kira, temel gıda ve enerji giderleri halkın belini büküyor. Ekonomi artık yalnızca uzmanların değil; her vatandaşın kendi cebinde yaşadığı, bizzat hesapladığı bir mesele haline gelmiş durumda. Yaşanan ekonomik sıkıntılar yalnızca mutfağa değil, insanların ruhuna da yansıyor. Gençler gelecek kurma hevesini yitiriyor, aileler çocuklarını kreşe göndermekte dahi zorlanıyor. İnsanlar daha az dışarı çıkıyor, daha az sosyalleşiyor, daha çok içine kapanıyor. Umut yerini yorgunluğa bırakıyor. Toplumun ortak psikolojisi, sessiz bir çöküş yaşıyor.
 

Geçmişte çalışmak, çabalamak ve sabretmek bir yerlere gelmenin yolu olarak görülürdü. Bugün ise bu kapı giderek kapanıyor. Sosyal hareketlilik büyük ölçüde durmuş durumda. Aynı şehirde büyüyen iki çocuk, yaşadıkları semte göre bambaşka hayatlar yaşıyor. Eğitim, beslenme, sağlık gibi temel haklara erişimdeki eşitsizlik, fırsatların değil, kaderlerin belirleyici hale gelmesine yol açıyor. Devlet destekleri, kampanyalar ve kısa vadeli indirimler günü kurtarıyor gibi görünse de kalıcı bir çözüm üretmiyor. Tüketim odaklı ekonomi anlayışı, uzun vadede gelecek kuşakların sırtına yük bindiriyor. İnsanlar artık bir yıl sonrasını değil, birkaç gün sonrasını düşünerek plan yapıyor. Gelecek fikri, belirsizlikle kuşatılmış durumda.
 

Oysa çıkış yolu var. Ama bu çıkış sadece ekonomik önlemlerle değil; toplumsal güvenin yeniden inşasıyla mümkün. Şeffaflık, liyakat, üretim odaklı ekonomi politikaları ve adil gelir dağılımı sağlanmadıkça, sürdürülebilir bir iyileşmeden söz etmek güç. Vatandaş sadece cebine değil, geleceğine de güvenmek istiyor.
 

Çünkü bir ülkenin gerçek gücü, yalnızca döviz rezervlerinde ya da büyüme grafiğinde değil; halkın sofrasındaki ekmekte ve kalbindeki umutta saklıdır.