0

Çağdaş ülkelerde siyaset kurumunun önceliği; evrensel kabul görmüş demokrasi ve hukuk çerçevesinde vatandaşlarının can ve mal güvenliği ile huzurunu sağlamak, özgürlüğünü geliştirmek, refahını artırmak ve her alanda geleceğe ilişkin bir kaygı duymamasını sağlayacak ortamı yaratmaktır. Siyasal iktidarların da bu kapsamda ekonomiye önem vermek zorunda oldukları bilinen bir gerçektir. Çünkü, siyasal iktidarların ömürlerini belirleyen önemli kriterlerden biri de ekonomik dalgalanmalar ve sonuçlarıdır. Dünya ve Ülkemiz siyasi tarihinde buna ilişkin örnekler vardır. Dolayısıyla, siyasi partilerin özellikle seçim dönemlerinde ekonomik vaatlerinin öne çıkması veya siyasal iktidarların yürüttükleri ekonomi politikaları nedeniyle eleştirilere uğraması bu konunun hassasiyetinden kaynaklanmaktadır. Ülkemizde de gerek 7 Haziran 2015 gerekse 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerin öncesinde; seçimlerin ardından siyasi belirsizliğin sona ereceği ve Ülkemizin başta ekonomi olmak üzere diğer önemli sorunlarına odaklanılacağı hususunda yaygın bir görüş vardı. Ancak, bu iki seçimi geride bırakmamıza rağmen Ülke gündemini yeni anayasa ve yönetim şekline ilişkin tartışmalar ile terör olaylarının oluşturması; ekonomi başta olmak üzere Ülkemizin diğer önemli sorunlarına odaklanma açısından bir öncelik kaybı yaşanabileceğini göstermektedir.

Ekonomi peronunda çözüm için sıra bekleyen sorunların çeşitliliği ve zaman sıkışıklığı dikkat çekmekte ve bunların çözümüne ilişkin olarak da ilgili toplum kesimlerinin önerilerini ve beklentilerini resmi makamlara aktardığı, kamuoyuyla paylaştığı ve bekleme sürecine girdikleri görülmektedir. Ayrıca iki seçimin geride bırakılmasının ardından daha da zaman kaybedilmemesi açısından gerek küresel konjonktürden gerekse Ülkemizdeki ve bölgemizdeki özel olumsuz şartlardan kaynaklanan zararların kısmen de olsa telafi edilebilmesi için; Siyasal İktidarın desteğinin ve müdahalesinin ilgili çevrelerce bu süreçte daha yüksek sesle talep edildiği görülmekte ve seçim vaatlerinin uygulamaya geçirilmesi de izlenmektedir.

Bu kapsamda çözümü öncelik taşıyan ve sosyal içeriği de olan bazı ekonomik sorunları başlıklarıyla şöyle sıralamak mümkündür: asgari ücret, kıdem tazminatı, taşeron işçilik uygulaması, zorunlu trafik sigortası, tarımın genel sorunları ve bu bağlamda et ve diğer gıda maddelerinin fiyatlarındaki yükselişler, turizme ve ihracata ilişkin sıkıntılar ve Suriyeli mültecilerin durumu gibi. Bu sıraladığımız ve ivedilik taşıyan sorunların toplumun değişik kesimlerini ve vatandaşları huzursuz ettiği ve bulunacak çözümlerin ilgili camiaları veya vatandaşları mağdur etmemelerinin beklendiği görülmektedir. Bu sorunların oluşumunda ve büyümesinde; sorunların ötelenmesinin, radikal çözümler ile yapısal dönüşümlerden kaçınılmasının, devlete ilave yük gelme endişesinin, sorunun taraflarının hepsini memnun edecek çözümün zorluğundan kaçınma güdüsünün vb. çeşitli düşüncelerin etkisi olabilir. Doğal olarak burada en önemli görev Devlete düşmekte ve bulunacak çözümlerin adil olması beklenmektedir. Devletin bu kapsamda vergi ile benzeri mali fedakarlıkları ne derecede yapacağı, gereken tedbirleri alabilme, uygulama ve radikal dönüşümleri sağlayabilme kapasitesi, toplum kesimleri lehine alınacak kararları boşa çıkaracak karşı hamleleri önleyecek mekanizmaları hızla devreye sokabilme refleksi ve uluslararası ilişkilerimizin geleceği merak edilmektedir.

Ayrıca Ülkemizde; evrensel değerlere ve sosyal sorunlara daha çok hassasiyet gösterenlerin yanı sıra bireysel ekonomik durumlarına odaklanmış olan ve bu çerçevede bir işe girme, kredi kartı borcunu ödeme, ev, otomobil vb. taksitlerini karşılama, sağlık imkanlarından ve sosyal yardımlardan kesintisiz yararlanma veya mevcut yaşam standartlarını devam ettirme gibi çeşitli yaşam endişelerine ve sorunlarına daha fazla öncelik verenlerin olduğu dikkat çekmekte ve bu durum ekonomi-siyaset ilişkisini yakından ilgilendirmektedir.

Diğer yandan, Ocak-Mart dönemini kapsayan geçici bütçe uygulaması Nisan ayı başında bitecek ve 2016 yılının asıl bütçesi yürürlüğe girecektir. Nisan ayı ekonomi açısından önemli bir bürokratik atama kararına da sahne olacaktır. Çünkü, Nisan ayında görev süresi bitecek olan T.C. Merkez Bankası Başkanı'nın çok büyük sürpriz olmazsa görev süresinin uzatılmayacağı; Siyasal İktidarın, Siyasal İktidara yakın çevrelerin ve bazı iş çevrelerinin faizin düşürülmesi gerektiğine ilişkin ısrarlı söylemlerinden ve Bankanın sergilediği duruştan anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla, böyle bir görev değişikliği olması halinde faizlerin düşürülmesi sürpriz olmayacaktır. Yatırım ortamının geliştirilmesi, maliyetlerin azaltılması ve piyasaların canlandırılması düşüncesiyle, faizlerin indirilmesi yönünde verilecek bir kararın; döviz kurlarında bir hareketlenme yapmayacağı varsayımına dayandığı anlaşılmaktadır. Bu girişimin öngörülenin dışında gerçekleşmesi halinde, dövize olacak hızlı ve yüksek bir orandaki yönelişin; kurların yükselmesine neden olacağı, piyasaları sarsabileceği, özel sektörü döviz yükümlülükleri açısından zorlayacağı ve başta enflasyon olmak üzere ekonomideki tüm dengeleri bozabileceği dikkate alındığında; böyle bir olumsuz gelişme yaşanmayacağına ilişkin sağlıklı yapılmış ön çalışmaların, analizlerin ve öngörülerin olması gerekmektedir. Dolayısıyla, bir nevi siyasi iddia şekline de dönüşmüş olan faizlerin düşürülmesi halinde; bu ciddi operasyonun mutlu bir sonla mı biteceği yoksa hiç arzu edilmeyen bir krizle mi sonlanacağını merak edenlerin, bu meraklarının giderilmesine az bir zaman kaldığını görmekteyiz.

Yukarıdaki satırlarda bir kısmını sadece güncelliği nedeniyle sıraladığımız, kapsamlı analizler ile yorumlar gerektiren ve hepsi de ekonomi-siyaset ilişkisinin zorlu yolculuğu kapsamında olan konuların ve sorunların güzel bitmesi dileğiyle.