Arap dertli, Kürt derti, Müslüman dertli... Ne olacak böyle, dertli, dertli. Dert babası mıyız biz Türkler?
Bu dünya'ya dert çekmek için mi geldik? Bize "Çılgın Türkler diyorlar" doğru.. Bizim bu duygusallığımız bizi bizden edecek diye yanarım, korkarım...
Ama bir şey var ki, "devlette dugusallık olmaz" sözü...
İnşallah bu da sözde kalmayarak, gerçekçi olur.. Yoksa, kandırıldık, oyuna geldik, akabinde özür dileme lafları artık itibâr görmüyor. Ayrıca milliyetçi olan partiler bu ülkenin sigortası uydusu olması gerekirken, Feto gerçeğinde olduğu gibi, tabiri caizse, dananın kuyruğuna geldiği, iş işten geçtikten sonra ahlama, vahlama fayda etmez.
Sözüm ona; milliyetçilik aksiyon ve reaksiyon ister...
Gelelim Suriye'ye:
Komşumuzun teşhisi konmadık bir hastalığın nöbetleri içinde yanıyor, kıvranıyor... Komşuluk hukuku namına tedavisine koşulmalıdır.
Benzeri araza( işin olacağı) başkalarında da rastlanmıştı.... Bu, sari( sarılık) bir hastalık olabilir: Hasta tecrit edilmelidir.
Bulantı duyuyorsa zehirli mantar, zehirli havyar gibi bir şey yemiş olmalı; bu takdirde kendisine panzehir verilmelidir.
Heyecandan, helecandan( yürek çarpıntısı), hafakan( sıkıntı, boğuntu) dan, kalbi duruverirse Türk müdahalesi geç kalmış olacaktır. Onun, imdadına yetişmesi beklenen en yakın komşu vaktinde yetişmelidir.
Bilinmez, belki de genç Suriye süt dişi yahut yirmi yaş çıkarmaktadır. Fakat ilk dişlerini komşularını ısırmakta kullanacaksa dişleri sökülmelidir.
Hastalığı bir baş dönmesi ise sağdan sola dönen baş, soldan sağa çevrilmelidir.
Görülenler, gebelik alâmetleri ise karnındakinin babası sorulmalıdır.
Hastalığı bunlara benzemiyorsa zavallı Suriye'yi istiklâlini doğurduktan üç gün sonra albasmış( korku içinde) olmalıdır.
Ve bugün kendisini hakikaten gayri meşru koyunlara atmış bulunuyorsa artık adına Orta şarkın güzel Suriye'si değil Moskof'un cariyesi ( şimdi ise Amerikan cariyesi) denmelidir.
Şayet aklımıza gelenlerin hiç biri doğru değil de Suriye hâlâ genç, temiz ve bakir Suriye ise ve şayet erken gelişmiş bir cenup kızı kendine làyik ve meşrû bir kucak aramaktaysa Mehmetçikle nikâhı tezelden kıymalıdır...
(Alıntı)
Bu yazı Arif Nihat Asya'nın 1976 yılındaki "Ayın Aynasında" kitabından alıntıdır...
49 yıl önce bunları kaleme alan yazarımız sanki bu günleri anımsatıyor. Peki biz neden iki yıl sonrasını göremiyoruz?. Artık ileriyi görerek (a), (b) hatta (c) stratejik plan ve projeleri hazırlamalıyız.
Gereksiz jargonlar ile yol almak fayda sağlamaz, bir yandan Suriye'ye mecburi stratejik önem verilirken, diğer yandan can yurt Türkistan bölgesini boş bırakamayız, ihmal edemeyiz.
Ordumuz başka ülke topraklarında yorulmamalıdır ve diri tutulmalıdır. Her tarafımız ateş çemberi.
Bunu Yavuz Sultan Selim zamanında olan bir olayla zihinlerimizi diri tutalım...
Yavuz, 1517 de Mısır’ı feth ederken bir müddet daha orada kalmak istiyordu. Kazaskerler ise kalmak istemeyip bunu Kemal Paşa zâdeye müracaatta bulundular.
Eh!.. Yavuz'a bunu söylemek yürek ister.
Birgün Yavuz Sultan ile paşa gezintiye çıkmışlar, yavuz, paşa'ya sormuş; askerlerin ahvali nedir ?
Zeki olan Paşa herhangi bir malümat olmadığını ama nil sahilinde dolaşırken askerlerden şu türküyü işittiğini kibarca söylemiş.
Nemiz kaldı bizim milki Arebde
Nice bir dururuz Şam-ü Halebde?
Cihan halkı kamu iyşü tarabde
Gel ahi gidelim Rum illerine...
Yavuz, paşa'nın yüzüne mânalı baktı, fakat ses çıkarmadı. Ertesi gün Yunus Paşa'yı çağırıp ahvet hazırlıklarına başlamasını emretti..
**********
Devletler de halkına duygusallık olur ama hasmına duygusallık olmaz.
Eğer aksini davranırsan askerlerini muhaberede, kaybetmiş yenik bir komutandan farkın kalmaz.
Tanrı Türkü Korusun
Sevgi ve Saygılarımla