Zamansız mevsimlerden geçiyorum. Portakal ağaçlarının dallarının meyveyle sarktığı bir bahçede bahar eriklerini dişliyorum.
Zamansız yaşıyorum her şeyi, her anı, her olayı, her saati, her düşünceyi… Bilinmez diyarlardan gelen bir yolcunun dağarcığına yükleyip hatırlamakta güçlük çektiği anılar gibiyim. Sevgilinin gözlerinde yer edinirken tüm yaşam kırıntılarım, benim aklım hep ince parmaklarında geziniyor. İnce, uzun, narin parmaklar.
Ruhuma işliyor sevgilinin bir adım ötemde duran göz çukurları. Zaman yorgunu düşlerimle sokuluyorum sevgilinin göz bebeklerine. Göz bebeklerinin derinliklerinde sevgi kırıntıları arıyorum. Karanlığın içinden bir aydınlık kapı aralar gibi ovuşturuyorum gözlerimi.
Kahve fincanını tutuşundaki zarafet yüzüne yansıyor sevgili. Gülümsemen ruhumun en ince yerlerinde bir tın sesiyle geziniyor.
Her olayda bir başka durum tezgahlıyorum. Organize edilmiş gibi bütün duygu ve düşüncelerimle birlikte hareket ediyorum.
Bir suçun ortağı gibi hissediyorum kendimi. Aklım bir sonraki yazının ne olacağını tasarlamanın telaşına düşerken, duygularım sevgilinin gerdan aralıklarında geziniyor özlemle…
Yeni bir sabahın neler getireceğini hesap etmemeye koyulmuşken aklım, düşlerim bana sevgiliyi çağırıyor hazzın en mahrem bahçesinden.
Bir ağaç altında dinlenmenin, soluklanmanın, gölgelenmenin keyfini yaşamak dilerken güneşin kavurucu anında en kuytu aralıklarda sevgilinin nefesiyle serinlemeyi hesaba katmamıştım.
Zamansız mevsimler düşlüyorum deniz her kabardığında. Dalgalar kıyıları değil ruhumu dövüyor. Hırçın dalgaların arasında bir kayık olmayı düşlüyorum. İnce, küçük, sağa sola yalpa yapan bir kayık. Bir bankın üzerinde martıları seyrederek çay yudumlamanın güzelliğini yaşamak varken, sevgilinin ellerinden gazoz içiyorum.
Martıların çığlık cümbüşü arasında denizin her dalgalanmasında sevgilinin gönlünden kayıp gideceğim, aklından düşeceğim, kirpiklerinde bir damla yaş olup akacağım korkusu sarıyor benliğimi ve bedenimi.
Sevgilinin ince parmakları avuçlarımda ve sevgili değil ben titriyorum denize karşı martıların her çığlığında.
Zamansız baharlar yaşıyorum. Kış ayazında nisan yağmurları yağıyor düşlerimin üzerine. Çisil çisil ve ara sıra sağdan soldan serpiştiren rüzgarın etkisiyle sürekli yön değiştiren nisan yağmurlarında ıslanıyorum bir adım sonrası mayıs kokan havada bir aralık ayı soğuğunu iliklerimde hissederek.
Zamansız mevsimlerden zamansız aşklara davetliyim. Her bir sofrasında ayrı bir keyif aldığım, her yudumunda ferahladığım sularından içiyorum yudum yudum.
Her kapı eşiğinde doyumsuz hazlarla birlikte bir öncekinin aynısı olmayan, farklı farklı tatlar duyumsuyorum.
Her bir kapıdan içeriye girişte farklı dünyalara açılıyorum. Başka başka denizlere, başka başka okyanuslara yelken açan bir geminin güvertesinde gibi hissediyorum kendimi bir başka kapıyı araladığımda.
Zamansız düşlerin peşi sıra koşmak yoruyor ruhumu ve bedenimi. Konusu henüz bitmemiş bir öykünün ortasındayım. Karakterlere şekil verirken, olayları kurgularken nedense dönüp kendimin tasvirini yapıyorum. Her olayda, her durumda, her gizemde kendime ait, beni anımsatan tasvirler serpiştiriyorum.
Sevgili ben, sende seni zamansız yaşıyorum. Gözlerinin kuytuluklarında gezinirken kirpiklerine tutunuyorum korkuyla birlikte. Uçurumun kenarında gezinir gibiyim. Düştüm, düşeceğim telaşı sarıyor benliğimi. Korkularım katlanarak artarken, bir umut filizlensin diliyorum ufak bir göz kırpmasında.
Bir bahar yeli olmak var şimdi, hüzünle ıslanan gözlerinde gezinmek…
Hüznün en koyu karanlığından sıyrılıp sevincin en aydınlık sabahına uyanmayı diliyorum gözlerinin buğusunda.
Zamansız mevsimlerden geçiyorum sevgili.
Olur olmadık zaman dilimlerinde patavatsız hülyalar kuruyorum bir akşam alacasında.
Ben kollarında ölmeyi düşlerken, hiç bilmediğim bir kapı eşiğinde uyanıyorum sabah rüzgarı saçlarımın arasında gezinerek.
Zamansız mevsimlerden geçiyorum sevgili.
Serçe kuşları konuyor kiraz ağaçlarına. İnce yapraklarının hışırtısı kulaklarımın içerisinde geziniyor gülümseterek yüzümü. Kanatlarını her çırpmalarında aklımın bir köşesine süzülüyorsun utangaç ve çekingen halinle. Serçe kuşları kiraz ağaçlarında tedirgin ve ürpertili bir halde duruyor sevgili. Kendisini avlamaya gelen yırtıcı kuşların gazabından korunabilmenin hesabına düşüyorlar ürkek tavırlarıyla.
Zamansız mevsimlerden geçiyorum sevgili.
Bir bahar yağmurları sonrası tepelerin üzerinde beliriveren gökkuşağına tutunuyorum hayal parmaklarımla. Tüm renklerini gözlerinde buluşturuyorum üzüm karası gözlerine hayranlık duyarak. Küçük bir çocuk oluyorum. Kucaklıyorum gökkuşağını. Kimsenin yapamayacağın bir cesareti üzerime bir elbise gibi giyinerek tepelerin üzerine doğru koşuyorum. Parmaklarımı ileri doğru uzatarak gökkuşağına dokunabilmenin mutluluğunu yaşıyorum hayal dünyamda.
Zamansız mevsimlerden geçiyorum sevgili.
Her şeyin şeklini değiştirdiği, başkalaştığı, dişlinin dönen çarkları gibi süratle birbirini takip ettiği bir zaman diliminde durağanlaşıyorum ağır aksak halimle.
Kül rengini alıyor her şey. Koyu ve karanlık…
Ürpermenin en alasını yaşıyorum iliklerime kadar. Yaşamın içerisinde kavrulamamanın hissizliğindeyim her dem. Aynadaki kendi yüzümle yüzleşmenin hesabındayım şu sıralar.
Günü bilinmeyen sabahlara uyanıyorum korku ve telaşlarla.
Bir göz kırpması aralığındayım. Uzaktan uzağa seslenişlerimi kendime duyuramıyorum.
Ve gözlerinde kaybolmak zamansız düşlere uyanmanın telaşıyla...