İnsan sevdiğine neden acı çektirir?

Haz mı alır bu acı çektirme hissinden?

Sevgilinin acı çekmesinden, karşısında içten içe kıvranmasından neden tuhaf bir zevk alır ki insan?

Ben bu durumun insanın doğasında var olduğuna inanırım. İnsan doğası gereği birçok duyguyu, birçok hissi, birçok hissiyatı taşır benliğinde. Bunlar birer kırıntı gibidir. Benliğine serpiştirilmiş, ekilmiş, dağıtılmış çeşitli kırıntılardır. Sevinç kırıntıları, hüzün kırıntıları, gülümseme kırıntıları, hayıflanma kırıntıları, öfkelenme kırıntıları, gülümseme kırıntıları olduğu gibi bunların yanlarında acı çektirme kırıntıları vardır. Bu kırıntıları toplamak ve harekete geçirmek, onları avuçlarının içerisine alıp kullanmak insanın iradesindedir. Ancak insan içerisindeki tarif edilmez, kabul edilmez bir hisle acı çektirme kırıntılarını alır avuçlarının arasına ve sevgilinin bedenine ve kalbine bırakıverir…

Gülmek, gülümsemek gibidir sevgiliye acı çektirmek.

Sevgiliye içten gelen en güzel sözcüklerle hitap etmek, o sözcükleri gözlerinin berrak bir pınarı andıran duru haline bırakmak insanın doğasında var olan bir duygudur.

İnsan zamanla bu duygularını belki karşı etki, belki çevresel etki veya kendi içindeki başka duyguların tetiklemesiyle gün yüzüne çıkarıverir.

Sevgiliye acı vermek, acı çektirmek, acı çektiğini görmek ve hatta büyük bir haz duyarak seyretmek nasıl bir insani histir?

Yaşattığı acıların karşısında hiçbir şey olmamış, normalmiş, doğal bir halmiş gibi kendi iç selliğine bürünmek nasıl bir duygudur?

Bir gülü sevgiliye uzatan insan da aynı insan, sevgilinin kulağına sevda sözlerini fısıldayan insan da aynı insan…

Sevgiliye acı çektirerek onun ıstıraptan kıvranmasını seyreden insan da aynı insan.

Bu nasıl bir çelişki ve nasıl bir doğallıktır ki, iki farklı his, iki farklı duygu çiçek uzatmak ile bıçak saplamak insanın benliğinde barınıyor.

Hiç beklenmedik, hiç umulmadık, zamanını ve mekanını bile bilmediğimiz bir zaman diliminde her iki duyguda aynı insanda, aynı bedende ortaya çıkıveriyor.

Bu iki tezat duyguyu aynı bünyede taşıyan insan bu iki duygunun farklı zamanlarda ortaya çıkmasındaki durumundan kendinde bir kırılganlık duymuyor mu?

Acının hangi yönü, acı çektirene daha çekici geliyor da verdiği acıyı devam ettirmenin peşine düşüyor.

Bir kitabın arasından çıkartılan kırmızı gülün sevgiliye sunulmasındaki alınan haz ile belden veya ceketin iç cebinden çıkartılan silahın verdiği haz aynı insana değişik değişik duygular ve hisler yaşatır.

Siz hangisi olmayı tercih edersiniz?

Sevgiliye bir kırımızı gülün sevecen sıcaklığını hissettiren taraf olmak mı yoksa kurşunun soğukluğunu tattıran taraf olmak mı?

Gül uzatılan sevgilinin duygu dünyasındaki değişkenlikle kurşun sıkılan sevgilinin duygu dünyasındaki değişkenlik nasılda birbirine taban tabana zıttır. Halbuki bu iki fiili de gerçekleştiren insandır. Belki de aynı insandır. Bir zaman çiçek uzatır, kırmızı güllerle bezer geçtiği yolları bir zaman gelir tek kurşunla veya bir bıçak darbesiyle o gülleri kana bular.

İnsan, aynı insandır.

El, aynı eldir.

Silahını çekip ateşleyerek kurşunu sevdiğinin kalbine saplayan el ile kitabın arasından çıkardığı gülü sevgiliye uzatan el aynı el değil midir?

Öldüren, süründüren, unutulmayan, hatırlandıkça hep acı çektiren, ıstırap veren sözlerimiz vardır. Kurşundan daha da sert, etkili, tesirli sözlerimiz vardır. Aniden, birdenbire, ansızın belki de hiç istemeden bir çırpıda ağzımızdan olur olmadık yer ve zaman diliminde çıkan acıdan da öte kanatan sözlerimiz vardır.

Sözlerimizle yaralarız sevgiliyi.

Sözlerimizle kanatırız kalbini.

Bir hançerin saplanıp da sağa sola çevrilmesindeki acıdan da beter sözcükler taşırız dilimizin ucunda sevgiliye karşı.

Kurşunun girip çıkmasındaki veya kalbe saplanmasındaki soğukluktan da beterdir dilimizin altında gizlediğimiz sözcüklerimiz.

İçerisinde iki duygu barındıran bir insan en çok hangisinden haz alır?

Sevmek ve acı çektirmek aynı insanın içerisinde filizlenen iki fidan gibidir. Her ikisi de çeşitli etkenlerle ve en çokta insanın kendi içerisindeki duyguların, hislerin tetiklemesiyle canlanarak büyür. Fidanın ağaca dönüşmesi gibidir. Beslendikçe dal budak salar.

Bir de bunun tam tersi vardır. Ağaca benzettiğimiz bu duygularımızı tıpkı bir ağacın budanması gibi budayabiliriz. Ağacın etrafına salınmış dallarını budadığımız gibi içimizde yeşerterek önce filizlendirdiğimiz sonra da ağaca dönüştürdüğümüz acı vermek duygusunu budayabiliriz. Eğer o his insanın içerisinde kök salmışsa tamamen yok etmesi mümkün olmasa da acıma, merhamet duygularını hissederek acı çektirmek duygusunu bastırabiliriz.

Sadece budar insan bu duygusunu.

Tamamen yok eden bir insana rastlamazsınız. İçerlerde bir yerlerde hala filizlenmeyi bekleyen acı vermek duygusu kalmıştır benliğinde.

En çok hangi yönünüzü büyütmek istersiniz?

Hangi duygunuzun köklerine su dökerek filizlenip derinlere kök salmasını, yukarılara dal budak açmasını dilersiniz?

Gül uzatan yanınızı mı besler büyütürsünüz yoksa acı çektirmek yönünüzü mü büyütürsünüz?

Soruyu bir de şöyle sorayım.

İçinizde var olan bu duygulardan hangisini büyümeden yok etmeyi istersiniz?

Henüz gün yüzüne çıkmadan, güneşi görmeden, yüzünüzde biçimsel değişikliklere neden olmadan, gözlerinizdeki anlamlı bakışlara yön vermeden hangi duyguyu yerin yedi kat dibine atıp bir daha geri gelmemesini dilerdiniz?

Hangisinin bir daha sizlerin benliğinde yeniden var olmamasını sağlardınız?

Bir yemişin etrafındaki yabani ayrık otlarını temizlemeye çalışan bahçıvanı andırır halimiz bazen. Etrafına serpiştirilen onu körelten, büyümesini engelleyen iç ve dış etkenleri temizlemeye, yok etmeye çalışırız.

Bu her iki duygu içinde geçerlidir aslında. Ancak biz nedense sevmek duygusunun etrafındaki yabani ayrık otlarını temizlemekten ziyade acı vermek hissinin etrafındaki yabani ayrık otlarını temizlemeye gayret ederiz.

Siz hangi duygunun etrafındaki yabani ayrık otlarını temizlemeyi istersiniz?