Rakamlar artık gerçeklikten çok tekrar hissi yaratıyor. Sürekliliği, etkisini yitirmesine sebep oluyor. Duyarsızlaşıyoruz.

Bununla beraber, açıklanan açlık ölümlerine dair sayıların, genel ölüm oranlarına kıyasla “az” bulunmasına gösterilen bu kayıtsızlık inanılır gibi değil.
Oysa her bir rakam, bir insanın hayatı demek. Ve bu ölümlerin yarısından fazlası da çocuk.

Açlık ölümleri, artık sistemli ve kasıtlı bir yok oluşun ulaştığı dehşet verici eşiği aşarak, bu yok oluşun ne kadar derinleştiğini, ne denli kökleştiğini gösteriyor.

Herhangi bir yerde bu kadar insanın — ve bunların yarısının çocuk olduğu — kasıtlı ve sistemli biçimde öldürüldüğü söylense, küresel çapta infial yaşanırdı.
Tüm devletler yaptırımsal refleksler gösterirlerdi. Ama aynı tepkiyi Gazze’de yaşananlar karşısında, ne şimdi ne de daha öncesinde göremiyoruz.

Bugün bu satırları okuyan herkesin yüreğinde derin bir sızı taşıdığına inanıyorum.
Ancak şunu da biliyoruz: Ne bu sözlerimiz, ne diplomatik açıklamalar, o çocukların midelerindeki ve yüreklerindeki boşluğu doldurmaya yetmiyor.

Yine de, Gazze’deki çocukların umutları ve kararlılıkları, bizim bu trajedi karşısındaki kırılganlığımıza ilham veriyor; biz yetişkinlere sorumluluğumuzu hatırlatıyor.

Bugün yaşanan bu büyük felaketin başlıca sorumlularından olan Batılı devletlerin geri adım atmasına neden olan şeyin; Gazzeli çocukların bu direnci ve bundan etkilenen Batılı toplumların gösterdiği vicdani tepki ve sivil toplum refleksi olduğunu da görmek zorundayız.

Geçmişin Rönesans’ı bireyciliğin ve aklın yükselişiydi.
Bugünün Rönesans’ı ise vicdanın ve toplumlaşmanın yükselişiyle mümkün olacak.

Artık dünya, yalnız kurtarıcıları değil, birlikte direnenleri arıyor.
Bu çağın aydınlanması; sivil toplumun, vicdani toplulukların ve örgütlü dayanışma hareketlerinin adalet karşısındaki kararlılığıyla şekillenecek.