Müzisyen Eda Tat’ın görseli ve sesi kullanılarak yapay zekâ aracılığıyla eser üretiliyor. Sanatçı bu duruma itiraz ettiğinde ise karşısına çıkan savunma: “Bu yapay zekâ.”
Bu yaklaşım, meseleyi açıklamak yerine daha da derinleştiriyor. Çünkü burada yalnızca bir teknoloji kullanımı değil; sorumluluktan kaçan ve belki de yapay zeka aracını kullanma emeği üzerinden kendine hak gören bir zihniyet ile karşı karşıyayız.
Bu olayın ardından sosyal medyada sıkça dile getirilen çağrı ise şu oldu:
“Meclis acilen yapay zekâ konusunda toplanmalı, yasa çıkarmalı.”
Bu çağrı anlaşılır. Ancak yetersiz.
Çünkü mesele sadece yapay zekâ değil. Mesele, hukukun, teknolojinin ve toplumsal hayatın nasıl birlikte ele alındığıdır. Yasa çıkarmak bir adımdır; ama tek başına çözüm değildir.
Meclis’in rolü yalnızca kanun yapmakla sınırlı değildir. Meclis;
politika üretir,
kurumlar arası eşgüdüm sağlar,
yetkinlik inşa eder,
toplumsal benimsemeyi gözetir.
Yani sorumluluk alanı, yalnızca bir metni Resmî Gazete’de yayımlamakla bitmez. Yasanın işlemesi, o yasayı uygulayacak kurumların yetkinliğine, o kurumları yönetecek insanların liyakatine ve en önemlisi, toplumun bu çerçeveyi benimsemesine bağlıdır.
Bugün yaşadığımız pek çok dava, ihtilaf ve hak arayışının temelinde tam da bu eksiklik yatıyor. Yasalar var; fakat onları işleten mekanizmalar zayıf. Yetkiler tanımlı; ama sorumluluk kültürü parçalı. Toplum ise çoğu zaman hukuku sahiplenmek yerine, onu aşmanın yollarını arıyor.
Bu noktada sorumluluğu yalnızca Meclis’e yüklemek de doğru değil.
Siyasiler, bürokrasi, sivil toplum, medya, akademi, özel sektör ve bireyler…
Toplumsal hayat dediğimiz şey, bu aktörlerin tamamının ortak ürünüdür.
Dolayısıyla Meclis’ten beklenmesi gereken şey yalnızca yasa çıkarmak değil; bu sorumluluğu toplumun tüm aktörlerine dağıtacak, aynı zamanda kolektif biçimde taşınmasına öncülük edecek kapsamlı bir yaklaşım ortaya koymaktır.
Yapay zekâ tartışması bize şunu bir kez daha gösterdi:
Teknoloji hızla değişiyor; ama onu karşılayacak hukuki kapasite, kurumsal yetkinlik ve toplumsal kültür aynı hızda gelişmiyorsa, sorunlar kaçınılmaz hâle geliyor.
Bu yalnızca yapay zekâya özgü bir mesele değil.
Bu tartışma, Türkiye’de hukuk ve adaletin neden işlemediğine dair çok daha geniş bir zemine temas ediyor.
Bir sonraki yazıda, bu ve benzeri pek çok sorunun temelinde yatan kültür inşası meselesini ele alacağım. Çünkü kalıcı çözümler, yalnızca düzenlemelerle değil; nasıl yaşadığımızı, nasıl ilişki kurduğumuzu ve sorumluluğu nasıl paylaştığımızı yeniden düşünmekle mümkün.