0

Yaşamımızı sürdürmek için gereken temel ihtiyaçlarımızın hava hariç hepsinin paralı olmasını kabullenmekle birlikte, özellikle gıda fiyatlarının dünyada düşerken Ülkemizde pahalı olmasını ve devamlı artmasını haklı olarak kabullenemiyoruz. Diğer yandan, tükettiğimiz gıdaların kalitesiyle ilgili olarak yayılan çeşitli söylentilerin yanı sıra yerel yönetimlerin ve ilgili bakanlıkların denetim ve tespitleri sonucunda yaptıkları açıklamalar da dikkate alındığında durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılmaktadır.

Televizyonlarda konuk olan bazı değerli hocalarımız ile program yapan uzmanların temel besin maddelerine ve hazır gıdalara ilişkin yaptıkları yorumları da dinlediğimizde; hepimizin moralinin bozulduğunun farkındayım. Özellikle bu programlarda gıda ürünlerindeki katkı maddelerine ve üretim şeklindeki sağlıksızlığa vurgu yapılmasını müteakip bir çok gıda ürünü hakkında 'evlerinizde üretin' şeklinde tavsiyeler yapılmasını dikkate aldığımızda; kendimizi çok huzursuz hissettiğimizi itiraf etmek gerekiyor. Bunları evlerimizde üretmemiz için; 'zamanımız, fiziki imkanlarımız, ailevi ve beşeri şartlarımız, ailenin kültürel geçmişi ve deneyimi' buna uygun mu? gibi karşı soruları hocalarımıza sormayı akıl edemediğimizden değil, saygımızdan soramıyoruz. Gerçi söylediklerine özü itibariyle katılmamamız mümkün değil ama hepsini evde üretebileceğimiz konusunda galiba görüş farklılığımız var. Geçmişten bu yana evlerimizde ürettiğimiz gıda ürünlerinin; daha sağlıklı olduğunu kabul etmekle birlikte, genellikle aile ekonomilerine katkı amacı taşıdığını da hatırlatmak isterim. Keşke imkanımız ve zamanımız olsa da köylerdeki gibi organik bir yaşam sürebilsek. Ayrıca, çağdaş toplum yaşamında herkes kendi tüketeceği ürünü üretirse; ticareti takas şeklinde mi yapacağız? Bu soruyu şaka olarak sorduğumu itiraf edeyim. Ama bizler de yaşadığımız bu süreci ve bize aktarılan bu tablonun gerçeklik payını sorgulayalım ve tüketim tercihlerimizi bilinçli yapalım ancak, bu konuda en büyük sorumluluk ve misyon Devlete, akademisyenlere, mesleki örgütlere ve sivil toplum kuruluşlarına düşmektedir. Günümüzde evde üretim yaparak bu sorunları aşamayacağımıza göre, önceliğimiz; Devletin gözetimi, denetimi ve yönlendirmesi altında; çağdaş piyasa mekanizmalarını da ihmal etmeyen bir modelin oluşturularak, sağlıklı gıda üretilmesini sağlamak olmalıdır.

Ülkemizde tarımsal (hayvancılık dahil) şikayetlerin yıllardır gündemde her zaman yer bulduğunu, üreticinin emeğinin karşılığını alamadığından tüketicinin ise pahalılıktan yakındığını hepimiz bilmekteyiz. Yaşadığımız tarımsal senaryonun son zamanlardaki versiyonuna baktığımızda; gıda fiyatlarındaki artışların dikkat çektiği, bazı ürünlerin ise adından çok bahsettirdiği görülmektedir. Özellikle fındık, zeytinyağı, süt, et ve ekmek ile ilgili olarak gündeme gelen şikayetler ve yapılan spekülasyonlar da tarım sektöründeki ve piyasa mekanizmalarındaki aksaklıkları kanıtlayan örnekler olarak ilginçtir.

Fındıkta dünyanın en büyük üreticisi olduğumuz halde dünya fiyatlarının belirlenmesinde gereken aktiviteyi gösteremediğimizin yanı sıra yurt içinde de fiyatların düşmesi sonucu üreticinin mutsuz olduğu, iç tüketicinin ise yüksek fiyat nedeniyle fındıktan uzaklaştığı görülmektedir. Zeytinyağında ise rekolte miktarında uzlaşılamadığı, fiyatların yükseldiği ve tağşiş söylentilerinin arttığı bilinmektedir. Süt fiyatlarından da üreticilerin memnun olmadığı görülmektedir. Et konusunda ise her yıl aynı görüntülerin yaşandığı, üretimin tüketimi karşılayamadığı, fiyatların arttığı ve ithalatın konuşulduğu bu süreçte; tavan fiyat uygulamasının et fiyatlarını dizginlemesine umut bağlandığı anlaşılmaktadır. Ekmek fiyatlarının artmasıyla birlikte bu defa da girdi maliyetleri tartışmaları yoğun bir biçimde yaşanmıştır. Sadece bir kısmını sıraladığımız bu tarımsal görüntü ve gelişmeler bile; tarım sektöründeki sorunların dönemsel tartışma ve tedbirlerle kalıcı olarak çözümlenemeyeceğini, üreticilerin de başta girdi maliyetleri olmak üzere bazı sıkıntıları olduğunu ve bu süreçte tüketicilerin de mağdur edildiğini göstermektedir.

Tarım sektörünün; alışkanlıklarını, üretim yapısını, ürün planlamasını, hayvancılıkla bağlantısını ve tüketime uzanan bu süreçteki mekanizmalarını gerek organizasyon açısından gerekse insan sağlığı açısından yeniden oluşturmamız, bu zincir içinde tekelleşmeyi önlememiz ve aşırı kazanç sağlayan kademeleri törpülememiz gerekmektedir.

Dolayısıyla, tarımdaki ve hayvancılıktaki temel sorunları doğru olarak algılayabilmemiz ve evrensel kalıcı çözümleri bulabilmemiz için, öncelikle; 'dönüşümü sağlama ve uygulama' niyetimizin gelişmesine ihtiyaç vardır. Bu kapsamda konunun tüm detaylarıyla irdelenebilmesi için; ısrarlı bir kamuoyu baskısının oluşması, başta Devlet olmak üzere sektördeki tüm kesimlerin ciddi bir çabasının ve öz eleştirisinin olması gerekmektedir. Bu nedenle, zaman kaybettiren klasik söylem, tedbir ve arayışlara son verilerek, sağlıklı bir görüntünün alınmasını sağlayacak tarımsal gözlüğümüzün oluşturulması ivedilik taşımaktadır.

Konu gözlükten açılmışken, yazımızı gözlüğü konu alan bir fıkrayla bitirelim;

Geçmiş zaman içinde; çok sinirli bir paşa varmış, maiyetindekiler çok korkarmış. Bir gün Paşanın hışımla herkesi azarlayıp, 'Gözlüğüm nerede, çabuk bulun' diye söylendiğini görmüşler, bir de bakmışlar ki Paşanın gözlüğü alnında duruyor ama Paşa bunun farkında değil, Paşaya doğrudan söyleseler Paşa bozulacak, maiyetindekilerden birisinin aklına bir fikir gelmiş ve demiş ki; 'Paşam, biz sizin gözlüğünüzü aramaya devam edelim, siz alnınızdaki yedek gözlüğünüzle idare edin.'