Bir rekabet durumunda birey ya da grubun elde ettiği kazancın, bu ortama katılan ve rekabet eden diğer birey ya da grupların kararına bağlı olduğunu savunan yaklaşıma oyun teorisi denilmektedir.
Özetle oyun teorisi için rekabetin matematiksel açıklaması diyebiliriz.
İnsan olarak çocukluktan itibaren oyun oynayarak gelişim gösteririz. Tüm oyunlarda da tek bir amaca odaklanırız. Bu amaç tabi ki oyunu kazanmaktır. Oyun oynarken başarılı olmanın esası rakibimizin ne yapacağını tahmin edebilmektir. Rakibimizi ne kadar iyi okursak oyunda o derece avantaj sahibi oluruz.
Oyun teorisi de çeşitli durumlarda insanların nasıl kararlar vereceğini inceler. Matematik bu kararları ve doğuracağı sonuçları incelemek için araç olarak kullanılır.
Oyun teorisinin tarihi çok eskilere dayansa da 1950'li yıllarda resmi olarak tanınmıştır. Bu kavramın metodolojik olarak çerçevesini çizen ise John Nash'dir. Yaptığı çalışmalar sonucunda 1994 yılında Nobel Ekonomi Ödülü'nü kazanmıştır.
Oyun teorisi özellikle adalet sisteminde kullanılmaktadır. Şüphelilerin sorgulanması esnasında aralarında kurdukları oyunu bozmak amacıyla çapraz sorgulama gerçekleştirilmekte hatta sorgu sırasında bir psikolog ya da beden dili uzmanından destek alınmaktadır.
Oyun teorisinin bir diğer açıklaması ise herkes için en çok fayda sağlayacak çözümün belirlenmesidir. Rekabete katılan kişilerin rasyonel hareket edeceği ve kazançlarını arttırma amacı güdeceği şayet kazanç elde edemeyeceklerse kayıplarını en aza indirme yoluna gidecekleri varsayımı söz konusudur.
Oyun teorisini bir örnekle açıklayacak olursak;
Örneğin aynı şerit üzerinde birbirine doğru gelen iki araç olduğunu düşünelim. Bu araçların çarpışmamak için farklı bir şeride geçmesi gerekiyor. Eğer iki sürücüde kendilerine göre sağa veya sola geçerse ayrı şeritte olacakları için çarpışmayacaklardır. Ancak şerit değiştirmemek konusunda ısrarcı olursa kaza kaçınılmazdır. Burada her iki sürücünün de yapması gereken karşıdaki sürücü ile işbirliği içinde olmaktır. Bu sürücüleri birer oyuncu olarak nitelersek çıkarları ortaktır ve birinin kazanması demek diğerinin de kazanmasıdır. Gerçek hayatta buna en iyi örnek bir gazlı içecek firması ile bir hamburger firmasının birbirinin tamamlayıcısı durumunda olmasıdır. Bu iki ürün genellikle birlikte tüketildiğinden birinin alınıyor olması diğer içinde talep oluşturmaktadır.
Bir başka örneği ise Tutsak İkilemi üzerinden verelim:
Aynı suça karışan iki kişi tutuklansın ve polisin elinde herhangi bir kanıt olmasın. Şüpheliler suçlarını itiraf etmesinler; bunun yerine önlerinde iki yol bulunmaktadır. Ya suçu diğer kişinin üstüne atacak ya da susma hakkını kullanacak. Eğer her ikisi de birbirlerini ele vermezse ufak bir ceza ile kurtulacaklar. Ancak içlerinden biri arkadaşını ele verirse kendisi ceza almayacak ve tüm suç diğer kişinin üzerine kalacak ve çok büyük bir ceza alacak. Karşılıklı olarak birbirlerini suçlarlarsa her ikisi de büyük bir ceza alacak. Bu teori aslında gerçek hayattaki pek çok anlaşmanın temelini oluşturuyor. Bir barış anlaşması imzalandığını düşünürsek; her iki tarafında anlaşma şartlarına uyması ve barış uygulaması azda olsa bir kazanç elde etmelerini sağlar. Eğer taraflardan biri anlaşmaya uymazsa rakibini savunmasız yakalayacağı için kendi büyük bir kazanç sağlar. Her iki taraf da anlaşma şartlarına uymazsa ortaya çok daha büyük bir sorun çıkmış olur.
Aslında oyun teorisi olarak adlandırılan kavram hayatımızın çok içinde olan; kararlar ve sonuçlarına yönelik; kazançlar ve kayıplarını ele alan bir yaklaşım. Ekonomi, siyaset, adalet, sosyal ilişkiler ve daha birçok alanda bilerek ya da bilmeyerek yaptıklarımızın karşımıza çıkması değil mi?