İnsanları ve toplumları bir arada tutan ve nesillerin devamını sağlayan önemli değerler vardır. İnsan sadece maddi bir varlık değil aynı zamanda yaratılış fıtratı gereği manevi, ruhi özellikleri de olan bir varlıktır. İnsan bu özelliklerini yaşadığı sürece insan olma vasfını devam ettirir ve tabii ki toplumlar da bundan etkilenir.

Toplumları ayakta tutan özel değerler vardır. Bu özel birleştirici değerler boşverilirse ve erozyona uğratılırsa toplumda bozulmalar başlar ve hayat belli bir zaman sonra yaşanmaz bir hal alır.

Her toplumun kendine has özellikleri ve kutsalları mevcuttur. Doğu toplumlarının daha çok manevi boyuttaki özellikleri Batı toplumlarına göre biraz daha belirleyici bir niteliktedir.

Karşımızdaki insanı dili, dini, rengi ne olursa olsun; ayrı bir değer, ayrı bir ırk, ayrı bir düşünce olarak kabul edip farklılıklarına ve kendine has değerlerine saygı duymazsak o zaman toplumda karmaşa daim olur.

Beğenmediğiniz bir insanı veya toplumu kendi değer yargılarınıza uymuyor diye eleştirmeye ve hakir görmeye başlarsanız karşınızdaki de aynı şekilde size davranmaya başladı mı karmaşanın önü alınamaz.

İçerisinde bulunduğumuz toplum kozmopolit ve göçmen kökenlilerin yoğunlukta olduğu bir toplumdur. Öyle olunca da her gurubun kendine özel hayat tarzları, kendine özel milli ve manevi özellikleri olmakta.

Maalesef yine bu toplumda bazıları bu hayat tarzlarını ve milli manevi özellikleri göz ardı ederek sözde entegrasyon adı altında (ki bize göre kesinlikle iyi niyetli bir yaklaşım içerisinde değiller) asimilasyon politikaları gütmeye çalışmaktadırlar. Değişik dil, din, kültürler içerisinde bulunduğumuz topluma renk katmaktadır. Masalesef bazıları renk körü oldukları için toplumu siyah veya beyaz olarak sınıflandırmaya çalışmaktadırlar.

50 senelik göç tarihinde bu noktada en çok muzdarip olan toplum herhalde Almanya`daki Türk toplumudur. İlk zamanlar hiç bir meselede sorun görünmezken zamanla bu toplumda kalıcı olacağımız anlaşılınca basit meseleler bahane edilerek sorunlar çıkartılmaya başlandı. Hele de 90`lı yıllarda buralarda kalıcı olacağımız iyice anlaşılınca basit meselelerin yerini temel insani hak ve özgürlüklere karşı bazen resmi olarak da tavırlar ve sıkıntılar almaya başladı.

En temel dini taleplerden tutun da yetişen neslin dil ve kültür talepleri absürt bahanelerle görmezden gelinmeye başladı.

90`lı yıllardan başlayan bir trentle özellikle İslami hassasiyet ile bağlantılı ihtiyaçlar engellenmeye başlandı.

Örnek şoksuz İslami kesim noktasında hala bir yerlerden inatla engellemeler çıkartılmaktadır. Asslar`da kasaplık yapan Rüstem Altınküpe en yüksek mahkemede bile kazandığı haklarını yerel bazı kötü niyetli politikacılar yüzünden kullanamamaktadır. Ve maalesef tam da kurban zamanlarına denk gelecek şekilde bürokratik engellemelerle karşılaşmaktadır.

Başörtüsü meselesinde devlet memurlarının bu hakları pekçok yerde ellerinden alınmış, okullarda çocuklarımızın pek çok hassasiyeti bazı art niyetli idareciler tarafından dikkate alınmadığı gibi okul hayatına zarar verecek kararlar ile istismar edilmektedir.

Yine anadil dersi konusunda yapılan tüm çalışmalara yine bu tür art niyetli idareciler engeller çıkartmaktadır.

Yukarıda belirttiğimiz sıkıntılar ortak noktalarımız. Bu işin karşı taraf diye nitelendireceğimiz kesiminin çıkardığı engelleri bu şekilde özetledikten sonra bir de işin bu tarafında yani bizim tarafımızdaki ve maalesef kendi elimizle çıkarttığımz engelleri de konuşalım diyoruz.

Belli bir zaman maalesef çok dikkate almadığımız nesillerimizin eğitimleri zamanla büyük sorunlara gebe duruma gelmiştir. Birinci neslin burada kalmayı pek düşünmediği ve ailelerini uzunca bir süre buraya getirmediğini dikkate alırsak ilk zamanlar sorunlarımız çok az sayıda idi. Ama aileler buraya gelip yerleşince ve nesiller çoğalınca sorunlarda o orantıda çoğalmaya başladı. Artık öyle bir hale gelindi ki evde bulunan anne baba ile evlatlar birbirlerini anlamaz hale geldiler. Anne baba Almancayı az biliyor. Evlatlar Türkçeyi az biliyor. Zamanla karmaşık bir dil ortaya çıkınca artık kuş dili anlaşılır oldu.

Anne baba ile evlatlar arasında yaşanan bu sıkıntı birbirlerini anlayamama noktasında bayağı büyük bir vaziyet aldı. Bir de buna pek çok ailede yaşanan anne ve babanın çocukların okulları ile alakalı olarak ilgisiz olmaları da eklenince aradaki bağlantılar kopmaya başladı. Belki bizler çocuklarımızın en iyi şekilde okumasını istiyoruz ama bu sadece istemekle olmuyor. Gereken tüm fedakarlıkları yapmakla oluyor. Çocuklarımızın derslerindeki eksiklikleri gerektiğinde ek dersler almalarını sağlayarak yani özel öğretmenler tutarak gidermemiz gerektiğinde maalesef ihmal ediyoruz ve okulladaki başarılarını biraz da biz engelliyoruz. Evde çocuklarımızla Türkçe konuşmuyoruz.

Konuşsak bile çocuklara örnek şekilde düzgün bir Türkçe konuşmuyoruz.

İki arada bir derede kalan çocuklar ne Almancalarını iyi öğrenebiliyorlar ne de anadilleri olan Türkçelerini öğrenebiliyorlar.

Burada bizim tavsiyemiz çocuklarımıza her türlü desteği vererek anadillerini öğrenmeleri noktasında onlara yardımcı olmamızdır. Bunun için de elimizdeki tüm imkanları seferber etmeliyiz. Eve, arabaya yapacağımız yatırımı geleceğimizin teminati çocuklarımıza yapmalıyız. Sadece Türkçe konuşmakla kalmayıp Türkçe kitap, dergi, gazeteleri evimize sokarak onların da bunlardan istifade etmelerini sağlamalıyız. Tatil zamanları imkan dahilinde Türkiye`ye göndermeli ve mümkünse oralardaki kurslardan istifade etmelerini sağlamalıyız.

Unutmayalım biz neslimize sahip çıkmazsak birileri sahip çıkar ve bakmışsınız ki 2-3 nesil sonra buralarda ki neslimiz kaybolmuş olacaktır.

Tarihte Etrüskler, İskitler böyle yok oldular. Daha dün denecek bir çağda Atilla Hunları, Peçenekler Doğu Avrupa'da böyle eridiler ve Osmanlı Türkünün en acımasız düşmanı oldular.

Buradan sivil derneklere de bir tavsiyemiz olacak. İmkanları iyi kullanarak camilerde ve lokallerde haftanın belli günleri dini eğitimle beraber Türkçe dil dersleri konması noktasında biraz imkanları zorlamak gereklidir. Çocuklar sadece okullarda çok az bir zamanda gördükleri seçmeli Türkçe dersi yanında buralarda da kendilerini eğitmeliler.

Özellikle yurt dışı, gurbet ellerde yaşayan Müslümanlar olarak, şerefli Müslüman Türk kimliğimizi, bizi biz yapan millî ve manevî değerlerimizi muhafaza etmek ve gelecek nesillere salimen ulaştırmak istiyorsak, mutlaka ama mutlaka millî ve manevî değerlerimize sahip çıkarak, yaşayarak ve yaşatmaya çalışarak yeni nesle öğretmek mecburiyetinde olduğumuzu unutmamalıyız!

Acı bir gerçek olarak, Dinî ve millî değerlerden uzaklaştıkça yalnızlaşan ve yabancılaşma bunalımları yaşayan günümüz insanlarının, özellikle yeni neslin Müslüman Türk kimliğini koruyabilmesi, şerefle temsil ederek taşıyabilmesi ve kaybetmeden gelecek nesillere taşıyabilmesinin mümkün olması için, onların mutlaka ve mutlaka Dinî, millî ve ahlakî değerlere sahip olarak yetiştirilmesinin şart olduğu da unutulmamalıdır.

Bu açıdan dini bayramlar; Dinî bilinç ve duygunun gelişmesine, mill ve manevî değerlerin güçlenmesine, birlik, beraberlik, kardeşlik sevgi ve saygı ruhunun kuvvetlenmesine, yardımlaşma ve dayanışmaya katkılar sağlayan, her türlü ahlaki ve insani değerlerin kazanılmasına vesile olan kutsal günlerdir.

Bayramınız sağlık içinde neşe dolsun, Türklük var olsun !