0

İçgüdülere sahip olma bakımından insanla hayvan arasında fark bulunmaz. Canlı yaratıkda söz gelişi acıkma ve yemek yemekten lezzet alma durumu olmasaydı, canlılar dünyası mümkün olmazdı. Acıkma eylemi ve yemek yemeden alınan zevk, canlının varlığını sürdürmesi için bir yaratılış özelliğidir. Cinsellikte ayni şekilde canlı neslinin devamı için bir yaratılış özelliğidir.

Canlılarda insanı hayvandan ayıran husus, akla ya da bilince/şuura sahip bulunmasıdır. Hayvanın hayatına, doğuştan gelen tepkiler zinciri yön verirken, insan, aklı ile birtakım amaçlar belirler ve planlar yapar.

Fakat egosunda, dürtülerinde varolan bu eğilime karşı, aşırıya kaçtığında (ilahi doğrulardan saptığında), insan kendisi ve içinde yaşadığı toplum için zararlı hale gelmeye başlar.

Hayvan için, ne kendisinden ders alınacak bir 'tarih', ne de geleceğe dönük bir 'vizyon' vardır. Hayvanda, 'zevki erteleme' diye bir irade yoktur. Hayvanın aklı/bilinci bulunmadığı için sorumluluğu da yoktur. Bu yüzden, hayvanları eylemlerinden dolayı sorumlu tutma ve cezalandırma diye birşey söz konusu olamaz.

Sorumluluk, özgürlüğün bir sonucudur. Hayvanlar ise, akılları bulunmadığı için dürtülerinin güdümünden çıkma imkanına sahip değildirler. Bu yüzden, onlar için özgürlükten ve bundan doğan sorumluluktan söz edilemez. İnsan ise, aklını kullanmak ve nefsini dizginlemek, güdü ve dürtülerini Yüce Yaratıcı'nın izin verdiği sınırlar içinde zaptetmek zorundadır.

Aklını kullanan insan

Ancak günümüzde insanların dürtü ve egosuna ilişkin kararlarına da 'aklı kullanma' yanlışını yapıştırdıkları görülmektedir. Bu akıl sahibi insan için doğru olamaz. Bu akılsızlıktır. İnsan, aklını kullanmayıp kendisini hayvanlar gibi güdü ve dürtülerine teslim ettiği zaman da, aslında insanlıktan çıkmış olur. Akıl gibi muazzam ve muhteşem bir yeteneğini kullanmadığı için insan hayvanlardan farklı olarak, insan toplumu içinde sorumlu tutulur. Bu durumda insan, hayvan ve hatta daha aşağı bir dereceye düşmüş demektir.

İnsanın hayvandan aşağı dereceye düşmemek için, egosunu/nefsini aklı ile baskı altına alması ve onu terbiye etmesi gerekir. İşte oruç, bu terbiyenin vazgeçilmez (farz olan) bir parçasıdır. Sağlığı yerinde hiçbir insan, bu terbiyeden uzak olamaz. Oruç tutan insan, hayvanlar gibi dürtülerine teslim olmayıp onlar üzerinde hakimiyet kurmuş, gerçekten 'insan' olmayı başarmış olur.

Yüce Yaratıcı bu konuda insanı, dürtülerinin esiri olmaması için ona akıl ve bu aklı kullanma iradesi vermiştir. Kısacası Allah, insan vücudunu yaratırken hata yapmamışsa, nasıl 'doğal' ürünler genetiği değiştirilmiş ürünlerden üstünse, O'nun birey ve toplumlar için koyduğu emir ve yasaklar da, beşerî düzenlemeler, kurallar ve yasalar karşısında o şekilde üstün ve faydalıdır

Nefis terbiyesinin anahtarı Oruç'tur!

Özgürlük, bir otoritenin emri veya yasağı karşısında bir şeyi yapabilmektir. Halbuki burada açık bir otorite yok, sadece Yüce Yaratıcının bir buyruğu var. Ona iman edilmesi söz konusu. Örneğin dağın başındasınız kimse sizin oruçlu olup olmadığınızı bilmiyor, bununla ilgili bir müeyyide yok.

Bu bakımdan oruçla ilgili bütün yapabilme fiilleri sizin iradenizle ilgili. Özgürlük insanın heveslerine, arzularına direnebilme, erteleyebilme ve arzularına karşı iradesini, varlığını gerçekleştirme fiilidir. Düşünce ve bilim tarihinde, hayatın diğer alanlarında aslında başarının bu tarz bir irade ve disiplinle gerçekleştiğine şahit oluruz

Oruç, insanın nefsini aklı ile baskı altına alması ve onu terbiye etmesi için vazgeçilmez (farz olan) bir ibadettir. Sağlığı yerinde olan hiçbir insanın, bu eğitimden uzak olması doğru değildir.

Orucun, insanın yaratılış gayesi ile ilgili olarak kişiye kazandırdıkları, canlı türü içinde üstünlük nişanesidir.