0

Günümüzde insanın insana acımasızlığı; aldatma, kandırma, öfke, kin, nefret ve öldürme yaşamı çekilmez kılıyor. İnsan doğduğuna doğacağına pişman oluyor. Nedendir bu acımasızlık, yalan, dolan ve talan diye düşünülüyor. İnsani ve kutsal tüm değerler ayaklar altına alınmış, paspas edilmiş. Çıkar, para hırsı, daha çok kazanmak en gözde imgeler olmuş.

Devleti yönetme kutsallığına erişenler de yolsuzluk, rant kapısı adına her şeyi araç olarak kullanıyorlar. Dini duygular, etnik kökenler, mezhep ayrışımcılığı dahi çıkarın bir parçası olarak görülmekte. Bu karanlık tablolar karamsarlığı, kaygıyı kamçılamakta; insanların yaşama sevinci yok olup gitmektedir.

Terör, töre, şiddet, baskı ülkede korku salgınlığını kamçılamış. Demokrasi üzgün, cumhuriyet durgun, laiklik kırgın bekleyişte. Büyük umutlarla kurulan Türkiye Cumhuriyeti aydınlıktan karanlıklara sürüklenmekte. Ne idik, ne olduk? diye düşünmekten kendimi alamıyorum!

Tüm bu karamsar tablo beynimi kurcalıyorken karşıma; "Biz Tanrının Çocuklarıyız." diye övünen SU/ RÜZGAR / NAMUS çıkmaz mı? Su ve rüzgar hayata bakışları, eylemleri ve davranış biçimleri ile çok farklı iki güç. Onlar birbirleriyle yarışan, fakat ayrı duramayan iki yakın dostlar. Su ve rüzgarın yaşam kaynağı oldukları gerçeğinin yanında; doğanın önemli birer güç kaynakları oldukları da bilinmektedir. Onlar insanların duyarsızlıklarına, önyargılarına, bağnazlıklarına ve bencilliklerine tepkilidirler. Çıkar uğruna doğa törpüleniyor kaygısındalar.

Su ben yaşam kaynağıyım diye övünedursun; Rüzgar, canı canlandırmanın, soluk almanın ta kendisiyim ben diyordu. Didişip duruyorlardı. Görünürde dost; gerçekte Doğa'nın yarış halinde iki yaramaz çocuğuydular. Birbirlerine güvensiz duruşları, iğneleyici sözleri davranış biçimlerinde de görülmektedir.

Gerçek şu ki, Su ve Rüzgar hayatın vazgeçilmezi ve yaşam kaynağıdırlar. Onların bu güçlü görevi, onlara diğer nesnelere karşı farkındalık yaratıyor. Her şeye tepeden bakışlarının nedeni bu olsa gerek. Su, ben toprağın bereketi, tüm canlıların yaşam kaynağıyım diye böbürleniyordu. Rüzgar, ben soluk olur, canlılara can olurum. Bensiz yaşam ölüm olur, toprak olur diye ekliyordu.

Bitkiye can suyu, her canlıya dirilişi ben sağlarım diye övünmeyi sürdürüyordu. Pişen aşta ben, bedende ben, ölüye, diriye ben! Sen, hep övünüyorsun diye çıkıştı rüzgar. "Rüzgar eken fırtına biçer, / Rüzgar esmeyince yaprak oynamaz, / Rüzgara tüküren kendi yüzüne tükürür, / Rüzgarlı havanın kuytusu, yağmurlu havanın uykusu, / Alçak yerde yatma sel alır, yüksek yerde yatma el alır." özdeyişleri benim gücümü anlatıyordur. Sen de öğren diye çıkıştı. Çıkıştı da; su, senin dillendirdiğin son iki sözde benden söz ediyorsun. "Rüzgarlı havanın kuytusu, yağmurlu havanın uykusu" ile "Alçak yerde yatma sel alır, yüksek yerde yatma yel alır" özdeyişlerinde "yağmur, sel" sözcükleri benim çoğulcu biçimim değil mi?

Rüzgar, çok sinirlendi. Kızgınlığını anlatım biçimiyle sürdürdü. Rüzgar, ben istersem pencerelerin boşluklarından sızar, serin esintilerimle insanları rahatlatırım. İstersem gürlerim, önüme ne gelirse sürükler giderim. Hortum olur, havalarda, kasırga olur karada/denizde yakar, sürükler giderim. Doğa'ma dokunanın canına, malına dokunurum.

Dokunmayın Doğa'ma, örselemeyin, talan etmeyin ormanlarımı, kelleşmesin dağlar, ovalar, yaylalar, bayırlar. Sizi gidi para gözler! Çıkarcılar, yıkan, yakan, talancılar! Bilmez misiniz ki doğadan aldıklarınızı doğa acımasızca geri alır. O zaman sevgi tükenir, gözyaşınız sel olur. Hüzün, keder yüzlerde yer alır. Unutmayınız, ben ve su Tanrının Çocuklarıyız. Azalır can oluruz, çoğalır sel oluruz. Bedenlere can, damarlara kan oluruz. Kıymayın ormanlara, kuşlara, yaban hayvanlarına. Akan derelere, ırmaklara…

Derken, sıcak bir yaz günüydü, güneş kızıl ışınlarıyla dünyayı kucaklıyordu. Canlılar zor nefes alıyor, yudum yudum su içiyor, soluklanmak için teknolojinin nimetlerinden yararlanıyorlardı. Kapının tıkırtısıyla Su ve Rüzgar bakıştılar. Kimin/kimlerin geldiğini merak edip kapıya yöneldiler. Kapıyı yavaşça açtılar. Karşılarında değişik görünümde, farklı giysilerde birileri vardı. Gülümseyerek elini uzattı, ben Namus dedi. Ben, sizleri, tanıyorum. Gücünüze hayran oldum. İnsanları, canlıları seviyor ve fakat olumsuz davranışlarını da gerektiğinde acımasızca cezalandırıyorsunuz. Yani, sizler doğanın adaletinin elçilerisiniz. Evet, evet doğruluk elçileri. Seviyor, yaşatıyor ve fakat gerektiğinde yargılıyorsunuz, cezalandırıyorsunuz!

Kendimi tanıtayım, ben, Namus!. En büyük sırlara hakimim. Aile içi otorite sayılan bir ölçü veya değerim. Bir toplumda ölçü, ahlaki değerdir. Doğruluk, dürüstlüktür benim ilkem. Bana göre namus insanın akıl/düşünce yetisindedir. İyi insan, çalmıyor, kötülük yapmıyor, öldürmüyor, kötü söz söylemiyor, arkadan konuşmuyor, kin tutmuyor, nefret etmiyorsa iyi insandır. İnsanlara insanca, uygarca davranan iyi insandır.

Evlatlar! Namus, görünmez bir cevheridir, çok kere ona sahip olmayanlar sahipmiş gibi görünürler. Bir düşünür de: "Namus güzelliğin sadakasıdır." diyor. Thomas Fuller adlı bir düşünür: "Namuslu kişiler ne aydınlıktan, ne de karanlıktan korkarlar. Çünkü onların korkacak, saklayacak bir şeyleri yok." diyor. Irz ve namustan mahrum olanlar millet ve vatan hissi taşımazlar. Unutulmasın ki! "Namus, şerefe ulaştıran en kestirme yoldur." Su ve Rüzgar kardeşlerim, şimdi beni tanıdınız mı? Şu güzel dünyamızda su gibi aziz olun. Rüzgar gibi sevgi dolun. Doğru olun, doğrudan yana olun. Öykümüz insana can, namus ve şeref olsun. Zalime insaf; ayrımcıya birlik; kalpsize sevgi; acımasıza merhamet; açgözlüye tok gözlülük; çıkarcıya dürüstlük; baskı, korku şiddete; hoşgörü, anlayış, namus, şeref ve onur gereklidir. Su gibi şeffaf akıcı; rüzgar gibi ılık, serin olmak varken; sel olmak, boğmak; rüzgar gibi ılık olmak varken, kasırga, hortum olmak neden? Namus, şeref, onur iyi insanın harcıdır. Hoşgörülü, anlayışlı olmak, insana insanca davranmak demektir. Ne oldum diye cinnet geçirmek yerine; ne olacağım diye düşünmek gerektir!