0

Günümüzde bir endüstri haline dönüşmüş olan futbolun popüler ve ekonomik yapısı devamlı olarak bu özelliğini hissettirmekte ve tüm dünyada her zaman ilgi çekmekte, bu sektörü; idari, mali ve teknik açıdan yönetenler, bu tabloda yer alan sporcular ve biz seyirciler bu bütünü oluşturmaktadır. Ülkemizde de futbol; çocuklarının eğitimini engeller gerekçesiyle geçmişte ailelerin karşı çıktığı bir pozisyondan, iyi maddi imkanların olduğunun görülmesi üzerine artık desteklenen bir konuma ulaşmış ve toplum içindeki bazı kişilerin çeşitli nedenlerle tanınma isteklerinin ve egolarının da bir aracı haline gelmiştir.

Özelikle 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda beklentilerin altında bir performans göstererek bulunduğu gruptan bir üst tura çıkamayan A Milli Futbol Takımımızın; gerek maçlar sırasında gerek maçlar bittikten sonra Ülke gündemimizi hareketlendirdiği ve bu kapsamda teknik hususlar ile maddi konuların birlikte yoğun tartışıldığı görülmektedir. Her şeyden önce belirmemiz gerekir ki; A Milli Takımımızı bu yetersiz performansından dolayı eleştirmek her vatandaşımızın hakkıdır, ancak hakaret etmeye veya benzeri bir davranışı göstermeye kimsenin hakkı da yoktur. Kaldı ki bu tür hareketler hem ahlaken hem de hukuken sorumluluk gerektirir. Ancak, bu tür yanlış davranışlara fazla odaklanıp veya bilinçli olarak algının buraya yoğunlaştırılmasına yönelik çabalara sürüklenip, gerçekleri tartışmaktan da kaçınmamalıyız. Çünkü, hem 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası aşamasında hem de diğer süreçlerde kamu kaynaklarından futbola harcanan her kuruşun vatandaşlarımızın verdiği vergilerden karşılandığını unutmamalıyız.

A Milli Takımımızın başarısız olması nedeniyle kamuoyunda yapılan bu eleştirilerin neden yapıldığını da irdelememiz gerekir. Öncelikle bu Şampiyonaya tesadüflerle son anda katılabildiğimizi hatırlayalım. Bu bağlamda Fransa'da yaptığımız maçlarda da kendi göbeğimizi kesmeyi beceremedik ve konuyu diğer takımların kendi aralarındaki maçlara bıraktık. Bir üst tura çıksaydık, yine son anda ve şans eseri çıkacaktık, bunu unutmayalım. Öte yandan, bu süreçte; kamuoyunu takımımızın kapasitesinin üstünde bir beklentiye sokacak bir görsel ve söylem tarzının seçildiği, kadro seçiminde bariz hatalar yapıldığı (aday kadro ve maç kadrolarında), kamuoyunu rahatsız edecek tarzda abartılı bir harcama süreci yaşandığı, futbolcuların transfer ile prim konularına daha çok odaklandığı ve maçların sonundaki açıklamalarının ise gerilimi daha da artırdığı görülmektedir.

Tartışmaların maddi boyutuna duyarsız kalınması da mümkün değildir. Çünkü, başarısızlığın olduğu her alanda; tahsis edilen ve harcanan kaynakların sorgulanması işin doğasında vardır. Ülkemiz geçmişte genel olarak bu tür sportif mücadelelerde; ülke ve forma aşkı, onur ve gurur mücadelesi, milli hisler vb. kavramlarla motivasyonu sağlama ve verimi artırma çabalarına ağırlık vermiş ve diğer ülkelerden farklılığımız bu yönde ısrarla vurgulanmıştır. Günümüzde ise Ülkemiz futbolunun da parasal motivasyona daha fazla önem vererek, başarının sağlanabileceği varsayımına yöneldiği ve A Milli futbol Takımımızdan da sorumlu olan Türkiye Futbol Direktörüne dünyadaki bir çok ülkedeki meslektaşının aldığı ücretten daha fazla bir ücret ödendiği ve primlerin de Avrupa'daki bir çok ülkenin milli takım futbolcuları için öngördüğü primlerden daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Oysa kaynakların bireysel motivasyonu artırma yerine kolektif bir futbol düzeni yaratmaya dönük harcanması daha rasyonel bir yaklaşım olacaktır.

Futbolumuzdaki geleneksel sorunlarımızı aşmak ve bu bağlamda futbolumuzun özerk bir yapıya kavuşturularak; futbolumuzu geliştirmeyi amaçlayan ve başarılı sonuçlar sağlanması için gerekli tedbirlerin alınmasını da Türkiye Futbol Federasyonuna (TFF) görev olarak veren ve 3 Temmuz 1992 tarihinde yürürlüğe giren 3813 sayılı Kanun iyi niyetle hazırlanmış bir girişim ve başlangıç olmasına rağmen, aradan geçen zaman içinde sadece anılan mevzuat değişikliğe uğramış, ancak, öngörülen aşamaların kaydedilemediği, futbolumuzda bir ekol yaratılamadığı, alt yapı, alt ligler, amatör futbol, hakem hataları, seyirci azlığı, saha içi ve dışı olaylar gibi çeşitli sorunların kronik yapısının devam ettiği görülmüştür. Nitekim, TFF Genel Kurullarında yapılan seçimlerde oy kullanan ve tercihini yapanların akabinde yıl içinde devamlı olarak hakem performanslarını tartışması ve Federasyondan şikayetçi olması ama bir sonraki seçimde bu tür şikayetleri ortadan kaldıracak alternatif yönetim kadrolarını oluşturamaması ve Federasyon Başkanlığı seçimlerinin aradan geçen bunca yıla rağmen atama izlenimi vermesi, futbol camiasının özeleştiri yapmasını, siyasal iktidarın ise bu alanda gerçek bir başarı istiyorsa, futbola farklı bir pencereden siyaset üstü bakmasını gerektirmektedir.

Kulüplerimizin de artık daha ihtiyatlı olmaya başladığı, yüksek maliyetli futbolcularının yükümlülüğünden kurtulmak istediği ve UEFA kriterlerinin de zorladığı bu şartlarda en popüler futbolcularından bile vazgeçebileceği görülmektedir. Kulüplerin maddi olarak yaşaması için bu tür rasyonel duruşlar gereklidir. Öte yandan,forma aşkının profesyonel sporcularda tartışılabileceğini kabul etmekle birlikte, bu konuda dengeyi tutturan, gerekli maddi özveriyi gösteren ve camialarına kendini kabul ettirmiş bulunan çok sayıda futbolcunun olduğunu da hatırlatmak isterim

Sonuç olarak; Ülkemiz futbolundan spot bu görüntüleri aktardıktan ve düşüncelerimi sizlerle paylaştıktan sonra, basit bir cümle ile yazımı bitirmek istiyorum:

'Önce istikrarlı bir başarı, sonra para'