Ülkeleri yöneten siyasi iradeler, öncelikle devletin asli görevleri olarak bilinen; dış ilişkiler, savunma, adalet, iç güvenlik, sağlık, eğitim ve büyük alt yapı yatırımları gibi alanlardaki temel ve zorunlu devlet görevlerini yerine getirmeye çalışır ve bunların yanı sıra diğer alanlardaki çeşitli hizmetleriyle de toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya ve refahını sağlamaya yönelik tedbirler ile kararları alır ve uygulamaya sokarlar. Ancak, ülkelerin bu konulardaki performansı; tarihsel, dışsal ve iktisadi nedenlerden veya ülkeleri yönetenlerin öngörü ve beceri kapasitelerinden dolayı farklılık gösterirler. Bu bağlamda ülke kaynaklarının seviyesi, yeni kaynak yaratılması, verimlilik ve kaynakların rasyonel kullanılması önem arz eder.

Devletlerin temel ve en önemli görevlerinin başında ise vatandaşlarının insanca bir yaşam sürmesini sağlayacak tedbirleri alması ve bu kapsamda ekonomik şartları, imkanları ve kaynakları toplum kesimleri arasında dengeli ve adaletli bir şekilde oluşturması ve dağıtılmasını sağlamasıdır. Milli geliri artırmak önemli bir hedef olmakla birlikte; özellikle yaratılan bu gelirin, gelir dağılımındaki dengesizlikleri de giderebilecek bir şekilde adaletli olarak dağıtılması, devletlerin, diğer bir ifadeyle hükümetlerin en duyarlı olmaları gereken konulardan biridir. Seçimle iş başına gelmiş olan siyasal iktidarlar; devletin bu asli görevlerini gerçekleştirmenin yanı sıra dayandığı seçmen tabanını korumak ve genişletmek gibi siyasetin doğal hedeflerini de gözetmek zorunda kalırlar. Siyasal iktidarlar bu görevlerini yaparken ve hizmetlerini gerçekleştirirken, aynı zamanda seçmen niteliği olan vatandaşların ve toplum kesimlerinin memnuniyetini sağlama açısından her zaman başarıya ulaşamazlar ve bazen de iktidarı kaybedebilirler. İşte bu nedenle hükümetler; iktidarı kaybetmeme adına zaman zaman rasyonel davranıştan uzaklaşır, popülizm algısı veren yaklaşımlar gösterebilir ve kaynakları adil ve verimli kullanamayabilirler.

Geçmişten günümüze kadar bakıldığında Ülkemizdeki yatırım proje stoklarının şişkin olduğu ve kaynakların sınırlı, proje sayısının ise fazla olması nedeniyle projelerin bitim süresinin uzadığı görülmektedir. Bunun en önemli nedeni; yerel taleplerin, ciddi teknik incelemelerden ve tartışmalardan yoksun olarak siyasi kaygılarla uygulamaya sokulmasıdır. Ayrıca kamu yatırım alanı gözlendiğinde; başlangıçta öngörülen proje maliyetleri ile biten proje maliyetleri arasındaki çok önemli farklar dikkat çekmektedir. Öte yandan, bazı büyük yatırım projeleri vatandaş talebinden bağımsız olarak merkezi yönetim karar organlarınca tasarlanmakta ve gerçekleştirilmektedir. Özellikle bazı yatırım projelerinin gerekliliği, önceliği, maliyeti, finansman modeli ve yaratacağı katma değer açısından eleştirilere muhatap olduğu ve sorgulandığı görülmektedir. Diğer yandan, vatandaşların; yol, köprü, içme suyu, tarımsal sulama, elektrik, okul ve hastane gibi taleplerini merkezi yönetimlere iletmek ve takip etmek doğal olarak siyasilerin görevlerindendir. Ancak bu tür taleplerin, vatandaşın öncelikli veya gerçek ihtiyacı olup olmadığı da önemlidir.

Özellikle büyük mali boyutu olan işlerin ve projelerin yapımını üstlenecek olanlar için, bu işlerin bir hizmet ve prestij tarafı olduğu kadar, ticari bir kazanç yönü de bulunmaktadır. Bu nedenle, gerek mal veya hizmet alımı gerekse yapım işi gerektiren bu tür taleplerin neticede bir kamu harcamasına dönüşmesinden dolayı; yetkililerin ve konuya ilişkin uzmanların her kademede silsile yoluyla bu talep ve teklifleri incelemesi ve süzgeçten geçirmesi ve ortada gerekli bir kamu harcama talebi mi olduğu yoksa bir ticari kazanca vesile olma güdüsüyle gündeme getirilen, gerekliliği tartışılır olan ve vatandaşa hizmet paketine sarılmış sanal bir ihtiyaçla mı karşılaşıldığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bu kapsamda kamunun temel harcama mevzuatı ile ihale mevzuatının her türlü kaynak israfını ve olumsuzlukları önleyecek şekilde hazırlanması, bağımsız iç ve dış denetim mekanizmalarının içselleştirilmesi ve işlevselliklerinin artırılması önemli faktörlerdir.

Siyasal iktidarlar devlet adına çeşitli görevleri yaparken ve hizmetlerini sunarken kaynağa ihtiyaç duyarlar. Başta merkezi yönetim bütçesi olmak üzere, kamunun iktisadi ve sosyal amaçlı her türlü ticari girişimleri ile müesseseleri, fonları ve bütçe dışındaki diğer kurum ve kuruluşları; bu anlamda kaynak toplayan ve harcayan organizasyonlar olarak sıralayabiliriz. Ayrıca yerel yönetimleri de (iktidar ve muhalefet) bu bağlamda büyük mali kaynaklara sahip diğer önemli organizasyonlar olarak görmekteyiz. Dolayısıyla, mevcut bu kaynakların değerlendirilmesi, artırılması, kullanılması ve dağıtım metotları önemli faktörler olarak öne çıkmaktadır.

Bütün bu kaynakların dağıtımındaki öncelikler ve zorunluluklar milli gelirin dağılımını doğal olarak belirler. Merkezi yönetim bütçesi bu alanda en güçlü hizmet sunma ve kaynak dağıtma mekanizmasıdır (İkinci sırada yerel yönetimler gelmektedir.). Bütçedeki gelir ve gider projeksiyonları bu anlamda önemli misyonlar üstlenir. Bu kapsamda her türlü vergi, prim ve maaş düzenlemesi, çeşitli teşvikler ve destekler, sosyal yardımlar, dolaylı ve dolaysız değişik mali yardımlar yapılabilir. Böylece, toplumun belirli kesimlerine ve sektörlere ulaşmak, her alanda konjonktürel çeşitli müdahaleleri yapmak ve ekonominin önemli parametrelerine olumlu ivme kazandırmak mümkün olabilir.

Kaynak sıkıntısı olmadığı veya adil kaynak dağıtım mekanizmasının işlediği süreçlerde siyasal iktidarlar rahat bir yönetim gösterirler. Ancak, kaynak sıkıntısı çekilen dönemlerde toplum kesimlerinin bu sürece adil bir fedakarlıkla katılması, daha fazla olumsuz etkilenen geniş kesimlerin desteklenmesi gerekir. Bu süreçte kamunun tasarrufa özen göstermesi, kamuyla iş yapma alışkanlığı edinmiş ticari organizasyonların kendilerine kamu tarafından kapsamlı yeni iş alanları ve projeler yaratılması taleplerine olumlu yaklaşılmaması ve yurt dışı piyasalara açılmaları yönünde alışkanlıklar kazanmalarına katkı yapılması ve yönlendirilmesi; hem kamu hem de ülke ekonomisi açısından daha faydalı olacaktır. Bazı ticari ve sosyal yapıların siyasal iktidarları ve diğer siyasi partileri yasal mevzuata uygun bir şekilde desteklemelerinde bir sakınca yoktur. Ancak bu desteğin bireysel veya kurumsal bir çıkar için değil, ülke çıkarları düşünülerek yapılması gerekir. Çünkü, anılan bu kurumların siyasal iktidarlar değiştiğinde de varlıklarını sürdürecek bir ekonomik anlayışı benimsemesinde fayda vardır. Siyasal iktidarların bu konularda çok duyarlı olması ve adil davranması, hem toplum vicdanı hem de kamu kaynaklarının rasyonel kullanımı açısından çok önemlidir.