Laklik, devlet yaşamına, toplum ve birey yaşamına dinsel kurumların, dinsel kişilerin ve dinsel kararların karışmamasıdır. Başka bir anlatımla, dinin baskısına karşı bireyi, toplumu ve devleti koruyan bir felsefe ve siyasettir.

Laiklik ilkesi, 5 Şubat 1937'de Anayasamızın ikinci maddesi olmuş ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet olduğu yinelenmiştir. Sanılmasın ki laiklik, 1937'de kabul edildi. Yeni Türkiye'nin laikliği benimsemesinin ilk adımı Amasya Genelgesi ile atılmıştır.

Bilindiği gibi Atatürk ve arkadaşları, 21-22 Haziran 1919'da Amasya'dan tüm yurda bir genelge yayımlamışlardır. Bu genelgede şöyle denilmektedir:

'Vatanın bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.

'Ulusun işlerini yürütmek ve haklarını gür bir sesle dünyaya duyurmak için ulusal bir kurul ve Sivas'ta ulusal bir genel kongre toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için ulusun güvenini kazanmış temsilcilerin seçilip Sivas'a gelmesi' istenmektedir.

Bu sözlerin anlamı şudur: İşgalcilerle işbirliği yapan Padişah ve halife, Türk ulusunu temsil etmemektedir. Ulusun işlerini, yine ulusun seçtiği temsilcilerden oluşacak Kongre ve Temsilciler Kurulu yürütecektir. Görüldüğü gibi her tür kararı, ulusun temsilcileri alacak ve uygulayacaktır. Dinsel kişiler, dinsel kurumlar ve kurallar devre dışı bırakılmıştır.

Amasya Genelgesi'nde yer alan 'Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.' ilkesi, Erzurum Kongresi'nde 'Ulusal güçleri etken, ulusal iradeyi egemen kılmak esastır.' durumuna getirilmiştir. Bu ilke, laikliğe giden yolda ikinci adım olmuştur.

Sivas Kongresi'nde Savunma ve Hakları koruma Dernekleri tek çatı altında toplanmıştır. Sivas Kongresi, bir meclis gibi çalışmış, seçtiği Temsilciler Kurulu da bir hükûmet gibi çalışarak alınan kararları yürütmüştür. Artık toplum ve devlet işlerinde tek sorumlu ve yetkili ulusun temsilcileridir.

23 Nisan 1920'de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Amasya Genelgesi ve Erzurum Kongresi'nde biçimlenen ilkeye son şeklini vermiştir: 'Egemenlik, kayıtsız koşulsuz ulusundur.' Bu ilke laikliğin üçüncü adımıdır.

Kurtuluş Savaşı kazanılıp Cumhuriyet ilan edildikten hemen sonra yani 3 Mart 1924'te Cumhuriyeti laikleştiren Üç Devrim Yasası kabul edilmiştir. Zaten Lozan öncesinde saltanata son verilmiş idi. Üç Devrim Yasası'ndan biri olan Öğretim Birliği Yasası ile eğitim öğretim laikleştirilmiştir. Diğer iki yasa ile Halifelik ve Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılmıştır.

Bu Üç Devrim Yasası'nın amacı; çağdaş ve laik bir devlet, çağdaş ve laik bir toplum ve çağdaş ve laik bir yurttaş yaratmaktır.

30 Kasım 1925'te çıkarılan bir yasa ile tekke ve zaviyeler, türbeler kapatılmıştır. Tekkeler ve zaviyeler, tarikatların dinsel tören, toplantı ve eğitim yerleriydi. Zaman içinde bunlar yozlaşmış; halkı uyutan, kandıran, onların sırtından geçinen birer asalak durumuna gelmişlerdi. Muskacılık, falcılık, gaipten haber vericilik, kader okuyuculuğu, üfürükçülük, cin çıkarma gibi işler, tekke büyükleri ve türbedarlarca geliştirilip yayılan toplumsal bir hastalık durumuna gelmiştir. Bunun için de çağdaş bir devletin bünyesinde yer almaları sakıncalı görülmüş ve kapatılmıştır.

Laikliğin diğer adımları Medeni Yasa'nın benimsenmesi, uluslararası takvim ve saat düzenine geçilmesi, yeni Borçlar Yasası, Ticaret Yasası, Ceza Yasası gibi çağdaş yasaların benimsenmesi olmuştur.

1924 Anayasası'nın ikinci Maddesi'nde yer alan 'Türkiye Devleti'nin dini İslam'dır, resmi dili Türkçe, yönetim merkezi Ankara şehridir.' cümlesi çıkarılmış ve TBMM kararı ile 30 Nisan 1928'de 'Türkiye Devleti'nin resmi dili Türkçe, yönetim merkezi Ankara şehridir.' biçimine getirilmiştir. Ayrıca Anayasa'nın 16. ve 38. Maddelerinde yer alan milletvekilleri ile Cumhurbaşkanının yemin etmesini düzenleyen maddedeki 'Vallahi' sözü yerine 'Namusum üzerine söz veriyorum.' cümlesi eklenmiştir. Bu değişiklikler de laiklik yolunda başka bir adımdır.

Öğretim Birliği yasası ile laik duruma getirilen eğitim öğretimin yazısı Arapça olamazdı. Bunun için 1928'de Latin kökenli Türk abecesi ve uluslararası rakamlar benimsenmiş; arakamlar ve yazı da laik duruma getirilmiştir. Türk Dil Kurumu çalışmalarıyla da Türkçeyi boğan Arapça, Farsça sözcükler, terimler, tamlamalar yerine öz Türkçe sözcükler ve kurallar getirilmiştir.

1937'ye gelindiğinde Devletin, toplumun ve bireylerin laikleşmesi tamamlanmıştır. 5 Şubat 1937'de laiklik ilkesi Anayasa maddesi durumuna getirilmekle Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet olduğu yinelenmiştir.

23 Nisan 1920'de benimsenen 'EGEMENLİK KAYITSIZ KOŞULSUZ ULUSUNDUR İLKESİ', gerçek ve ileri demokrasinin temeldir, aynı zamanda laik bir ilkedir. Laiklik, demokrasinin olmazsa olmasıdır.

Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti'nde çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın yolu ve etkenidir. Bu nedenle Laiklik ilkesine karşı bir eylem; Kurtuluş Savaşı'na, bağımsız Türkiye ülküsüne, Atatürkçülüğe ihanettir.

Toplumu kemiren, rahatsız eden yoksullukla, sömürüyle, haksızlık ve yolsuzlukla mücadelede işbirliği yapma olanağı ancak laik ortamda vardır; dinci ortamda yoktur. Üzülerek belirtelim ki günümüzde Anayasal düzen, huzur, erdem ve sosyalleşme içeren laiklik ilkesi sancılıdır. Anayasal düzenin ve toplumun, bu sancılı durumdan bir an önce kurtulması dileğimizdir.