Ünlü Türk düşünürlerinden Hace Bektaş Veli ( 1209-1271), Anadolu'nun Moğol istilası döneminde ulusun, ülkenin ve Türkçenin bekasının tehlikeye girdiğini görmüştür. Bu nedenle çevresindekilere ve Türkmenlere seslenerek şöyle demiştir: 'Eline, beline, diline sahip çık.'

Büyük Selçuklu İmparatorluğu ve Anadolu Selçuklu Devleti'nde yöneticiler ve aydınlar arasında Arapça ve Farsça konuşmak, yazmak moda olmuştu. Arapça ve Farsçaya duyulan ilgi o kadar artmıştı ki Türkçe yalnızca aile içinde konuşulur olmuştur. Bu nedenledir ki şöyle bir söylem ortaya çıkmıştır: 'Türk, ailesine Türkçe, Tanrısına Arapça, sevgilisine Farsça seslenir.' Dahası, 'Türk'ün iti şehre inince Farsça ürür.' diye bir atasözü bile ortaya çıkmıştır.

Kaşgarlı Mahmut, hazırladığı Lügat-it Türk adlı büyük eseriyle Türkçenin Arapçaya üstünlüğünü ve zenginliğini anlatmıştır. Ali Şîr Nevai de Türkçenin Farsçaya üstünlüğünü savunan aydınlardan biriydi. O diyor ki:

'Türk'ün bilgisiz ve zavallı gençleri, güzel sanarak Farsça şiir söylemeye özeniyorlar. Gerçekten bir insan, iyi ve derin düşünse Türkçede bunca zenginlik dururken, bu dilde şiir söylemenin, hüner göstermenin daha yerinde ve kolay olacağını görür.'

Büyük Türk düşünürü Hoca Ahmet Yesevi de Türkçe sevdalısıdır O da Türkçeden uzaklaşmadan yakınmaktadır:

'Sevmiyorlar, bilginler sizin Türkçe dilini,

Bilginlerden dinlersen açar gönül dilini.

Ayet, hadis manasını Türkçe olsa anlar,

Anlamını bilenler başı eğip dinlerler,

Miskin kul Hoca Ahmet, yedi atana rahmet,

Fars dilini bilir de, sevip söyler Türkçeyi.'

Türklüğün, Türkçenin horlanmasından, aşağılanmasından ve unutulmaya yüz tutmasından çok rahatsız olan, Türkçe milliyetçisi Türkmen beylerinden Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277'de 'Bundan böyle sarayda, divanda, meclislerde, meydanda, seyranda Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır.' diyerek Arapça ve Farsça kullanılmasını yasaklamıştır.

Bu tehlikeli gidişten, Türklüğün ve Türkçenin horlanmasından, Arapça ve Farsçaya duyulan aşırı ilgiden, Kırşehirli Âşık Paşa, asıl adı Ali Beşe(1272-1332), şöyle yakınmaktadır:

'Türk diline kimse bakmaz idi,

Türklere asla gönül akmaz idi,

Türk dahi bilmez idi o dilleri,

İnce, o uzun menzilleri.'

İşte Hace Bektaş Veli bu ortamda o ünlü sözünü dile getirmiştir. O sözdeki el, il yani ülke anlamındadır. Ülkene sahip çık. Bel, toprak anlamındadır. Toprağına sahip çık ki ülke elinde kalsın. İnsan ekip içtiği toprağından koparsa, o topraklara başkaları sahip olur. Bu nedenle her koşulda toprağa sahip çıkmak gerekir. Diline sahip çık. Türkçeni unutma, Türkçe unutulursa her şey yitirilir.

Türkçe, insanlık tarihiyle eşdeğer bir geçmişe sahiptir. Türkçe zengin bir dildir. Türkçeyi inceleyen bilim insanları dilimize hayran kalmışlardır. Söz gelimi doğu Bilimci Alman bilim insanı Max Müller (1823-1900), 'Türkçe, akıl ve düşünce dolu sayısal bir dildir.' diyerek Türkçenin çok önemli bir dil olduğunu vurgulamaktadır.

Fransız güldürü yazarı Moliere de 'Şu Türkçe ne kadar hayranlık duyulacak bir dil, az sözle çok şey söyler' diyor. Ünlü ozanlarımızdan Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958), Türkçe için şöyle diyor: 'Türkçe, ağzımda anamın ak sütü gibidir.' Yani, temiz, saf, tatlı ve güzeldir.

Yine ünlü ozanlarımızdan Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914-2008), dilimiz için 'Türkçem benim, ses bayrağım.' Bayrak bir ulusu ve bağımsızlığı simgeler. Sesimizin, dilimizin bayrağı da Türkçedir. Onun için bayrağımıza sahip çıkmak, yurttaşlık görevidir.

Kültür Bilimci olan Cumhuriyetimizin kurucusu Yüce Atatürk diyor ki: 'Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması ulusal duyguyu geliştirir. Türk demek, dil demektir. Türk ulusundanım diyen insanlar, her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır.'

Atatürk, Türkçecidir, Türkçüdür. Atatürk, dilde Türkçeciliği devlete mal etmiştir, üniversitelere, okullara mal etmiştir. Atatürk'ün amacı, zengin, güzel ve ulusal Türkçe idi. Bu amaçtan ayrılmak için insan, Türklüğünden uzaklaşmalıdır (F. Rıfkı Atay, Çankaya, s.479).'

Atatürk hem Türklüğü hem Türkçeyi yaşatmayı, yüksek düzeye çıkarmayı kendine görev bilmiştir. Türk'e de, Türklüğe de Türkçeye de içten sevdalıdır.

Ünlü bilim insanımız rahmetli Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu Türkçeye neden değer vermemiz gerektiğini çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır: 'Türk Devleti'nin birinci görevi, Türk adının, kimliğinin, varlığının; onun için de dilinin, tarihinin, kültürünün yaşamasını sağlamaktır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti vatanının toprak bütünlüğü bile buna bağlıdır. Türk dilinin düşmesi durumunda Türklük de düşecektir ( Bye Bye Türkçe s. 203, 210, 407).'

'Dilini yitiren uluslar, her şeyini yitirmiş demektir (Peyami Safa). Dil, bir ulusun kimliğidir. Kimliğini yitirenler, tarihten silinirler. Bu nedenle kendi dilimize, Türkçemize sahip çıkmak bir yurttaşlık görevidir. İş ve meslek gereği Türkçe dışında başkaca diller elbette öğrenilir, öğrenilmelidir de. Ancak, Türkçeyi ortadan kaldırmak, söz gelimi Arap kültürünü yaymak amacıyla Arapçayı zorunlu duruma getirmek, kendimize ihanettir. Ünlü düşünürlerimizden Ziya Gökalp'in de belirttiği gibi:

'Güzel dil Türkçe bize,

Başka dil, gece bize,

Arapçaya meyletme,

İran'a hiç gitme.'

Güzel, zengin ve yalın dilimize, ses bayrağımıza sahip çıkalım. Lastik lakaplı gazeteci, şair Sait'in şu sözlerine de kulak verelim:

'Arapça isteyen Urban'a gitsin,

Acemce isteyen, İran'a gitsin,

Frengiler, Frengistan'a gitsin,

Ki biz Türk'üz, bize Türki gerek.'

Sözü, Dr. Sakin Öner'in şu dörtlüğü ile noktalayalım:

'Vatan, devlet, bayrak olmazsa olmaz,

Lisan olmayınca özgürlük kalmaz,

Türkçe yaşadıkça Türklük kaybolmaz,

Türkçe yazar, Türkçe konuşurum ben.'

26 Eylül Türk Dil Bayramı, tüm Türk dünyasına kutlu olsun. Başta Türkçenin gelişmesi, dünya dili olması için çaba harcayan Atatürk olmak üzere Türkçenin duru, yalın, anlaşılır bir dil olması için gayret gösteren tüm dilcileri ve eğitimcileri saygıyla anıyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.