[email protected]

Cüneyt Arkın (Fahrettin Cüreklibatır) Türk Sinemasının önemli oyuncularındandı. Diğer ifadeyle jönüydü. Yakışıklı ve atletik bir yapısı vardı. Yetmişli yıllarda ve sonrasında, sinemanın önde gelen oyuncularından biri olarak hep gündemdeydi. Hepimiz için rol modeldi. O yıllarda, yaşadığım şehir olan Kayseri'de henüz televizyon yoktu ancak dört tane büyük sinema vardı ve sinema çok revaçtaydı. Filmlere olan ilgi de hayli yüksekti. Zira sinema bir anlamda sihirli bir şeydi. Modern şehir yaşamının adeta sembollerindendi. Köyden şehre gelip de sinemaya gitmemek, kusur kabul edilirdi.


Kartpostallarda dönemin film yıldızlarının fotoğrafları olurdu. İnsanlar bayramlarda, onları tebrik kartı olarak birbirlerine gönderirdi. Ben de Cüneyt Arkın'ın ok atarken çekilmiş fotoğrafının olduğu bir kartpostalı, defterimin veya kitabımın üzerine yapıştırmıştım. Yanılmıyorsam fotoğraf, 'Malkoçoğlu' filminin karesinden alınmıştı. Bir gün ilkokul öğretmenim Emel Hanım, kartpostalı gördü ve hemen çıkarttı. Beni de hafifçe azarladı. Herhalde kavgaya özeneceğim, duygusuna kapılmıştı.


Tüm sanatçılar kıymetli olsa da onun yeri ve değeri diğerlerinden biraz farklıydı. Anadolu insanıydı, baba adamdı; davranışları, yaklaşımları da kısmen babamı andırırdı. Mert ve iyi yürekliydi. Hele Filiz Akın ile oynadığı 'Babaların Babası' filminde, uzun zamandır görmediği çocuklarının, uzayan saçlarından rahatsız olup, onları tıraş etmesi, tam da babamın davranışıydı…

Bir gün ağabeyimle sinemadan bahsederken konu kendisine geldi. Bana 'neden Cüneyt Arkın'ı daha çok seviyoruz?' diye sormuştu. Ben de 'bizim değerlerimize yakın olduğundan, bizi yansıttığından, kendisi veya oynadığı karakterler de biraz babama benzediğinden' demiştim. Rahmetli anacığım da onun 'Türk Sineması beni bitirdi!' sözünü hep tekrarlardı. Galiba kendisini de bitiren olguları, onun sözü üzerinden anlamlandırırdı.

Bir zamanlar alkol bağımlısı olduğu ve sonrasında kurtulduğu söylendi. Bir televizyon kanalında; yanılmıyorsam alkol tedavisinden sonra hastaneden çıktığını, dışarıda kendisini otomobilinden başka kimsenin beklemediğini gördüğünde ise duygulandığını ve ağladığını söylemişti. Alkol bağımlılığından kaynaklı edindiği olumsuz deneyimleri, gençlerin bu tuzağa düşmemesi adına Anadolu'yu dolaşarak anlatmıştı. Hatta Kayseri Sümer Lisesine bile geldiğini, Edebiyat dersi hocamız Ahmet Akkaya'nın, sosyal medyada paylaştığı fotoğraftan görmüştüm. Eğitici yönü de vardı. Asıl mesleğinin hekimlik ve tecrübesinden olsa gerek kötü alışkanlıklara yakalanmamak veya onlardan kurtulmak ile ilgili konuları iyi bildiğini düşünüyorum.

Onu sık sık televizyonlarda görürdüm. Türk Sineması ile ilgili programlarda, mutlaka konuşurdu. Özel hayatı ile ilgili de konuşurdu. Bir seferinde 'pek çok rolde oynadım, şimdi de kılıbık rolünde oynuyorum!' demişti. Filmlerinin çoğunu seyretmişimdir. Çok eski siyah beyaz olanlar ile son yıllardaki dizi filmlerini seyretmedim. Ancak yukarıda da ifade ettiğim gibi yetmişli yıllar, ülkemizin modern yaşam anlayışının geliştiği, taban bulduğu dönemler olduğu için sinemanın ayrı bir yeri ve önemi vardı. Bu yüzden dönemin pek çok filmini seyrettiğimi hatırlıyorum. Hele onun tarihi filmlerindeki düşmanlarıyla yaptığı savaşlar ile diğer filmlerindeki kötü adamlarla yaptığı kavgalarda, sinema salonundaki izleyicilerin bunların gerçek olduğunu varsayarak müthiş alkış ve tezahüratta bulunmasını, hiç unutamıyorum. O günler gerçekten bugünkünden farklı ve ilginçti. Türk Sineması halkın değerlerine ve özelliklerine göre toplumsal meseleleri de göz önünde bulundurarak, film yapardı. Başrollerini de Cüneyt Arkın, Kartal Tibet, Ediz Hun, Tarık Akan gibi oyuncular oynardı. Onlar genellikle yakışıklı ve alımlı insanlardı. Bayan oyuncuları da öyleydi. Sanırım özenle seçilmişlerdi. Sonraki yıllarda bu akım sona erdi. Her konuda olduğu gibi sinema da farklı bir alana savruldu veya evirilerek değişti.

Filmleri, rahmetli babacığımın 'fakirin filmi de fakir' demesine benzer şekilde sınırlı bütçelerle ve olanaklarla çekilmiş olsa da on beş yirmi kişi ile ordu canlandırılmaya çalışılsa da Türk milleti kendisini harbiden sevdi. Ancak o da milleti sevdi…

Son günlerde onu Facebook'tan takip ediyordum. Ülkemizin ve milletimizin birlik ve beraberliğine dayalı söylemlerde bulunurdu. Eski filmlerinden bölümler de yayınlardı. Böylelikle eskiyi yad ederdim. Shakespeare'in, yaşamın oyun, yaşayanların da oyuncu olduğunu vurgulamasına benzer şekilde eski rollerinde sergilediği karakterleri incelerdim. Galiba son rolünü henüz oynamamıştı. Salı günü gelen acı haberle son rolünü de oynayarak ebediyete göçtüğünü öğrendim. Ruhu şad olsun, mekanı da cennet olsun!

Bu dünyaya bir daha Cüneyt Arkın gelmeyecek. Bunu biliyoruz ve onu hep özleyeceğiz, bunu da biliyoruz. 'Ölüm Allah'ın emri olsa da ayrılık olmasaydı!' diyoruz…

Hoşça kalın…