Değerli okurlar, sanat geriye bakmaz, ileriye bakar, yenilikçidir. Sanat devrimcidir. Sanat erleri de ileriye bakar. Bu nedenledir ki Atatürk, güzel sanatlara ve sanat erlerine çok değer vermiş, sanatı ve sanat erlerini desteklemiş, özendirmiştir.


Sanat, güzelliğin anlatımıdır. Dersim, müzik, yontu, mimarlık, edebiyat gibi sinema da güzel sanatların bir dalıdır ve çağımızın en etkili sanatlarından biridir. Bu nedenle Atatürk, sinema sanatına da çok değer vermiş, bu sanatın gelişmesi için bizzat çok çaba göstermiştir.


Ülkemize sinemayı yabancılar getirmiştir. 'Sinemanın mucidi olan Fransız Lumiere kardeşler, dünyanın çeşitli yerlerine elemanlar göndererek çekimler yaptırmışlardır. Bu arada Türkiye'ye de gelip İzmir ve İstanbul'da çekimler gerçekleştirmişlerdir.'


'1896'dan itibaren Türkiye'ye sinema için gerekli olan alet ve lambalar Fransız elçiliği aracılığıyla getirilmiştir. Halka açık ilk sinema gösterisi, 16 Ocak 1897 günü Galatasaray'daki Sponeck isimli bir birahanede gerçekleştirilmiştir. II. Abdülhamit de yine bir Fransız aracılığıyla sarayda sinema izlemiştir. Sinema ile tanışma ve sinemanın halka ulaşmasında Osmanlı Sarayı öncülük etmiştir. II. Meşrutiyet'e kadar geçen sürede sinema hızla yayılmış, sinema salonları açılmaya başlamıştır İlk açılan sinema salonları Pathe, Palas, Majik sinema salonlarıdır.'


'Türkiye'deki ilk film çalışmaları da yabancılarca gerçekleşmiştir. Türklerin çektiği ilk film, Fuat Uzkınay'ın 14 Kasım 1914'te Yeşilköy'deki Ruslar Abidesi'nin Yıkılışı adlı belgeseldir. Böylece Türk sinemasının yolu açılmıştır. Bundan sonra 1915'te Merkez Ordu Sinema Dairesi kurulmuş, bir süre sonra da Uzunkınay bu kurumun başına getirilmiştir.'


'Sedat Simavi'nin Pençe ve Casus (1917), Wienberg'in Himmet Ağa'nın İzdivacı (1918), Ahmet Fehmi'nin Mürebbiye'si (1919), Bican Efendi Vekilharç 1921) gibi filmler çekilmiştir. 1922'de Türkiye'nin ilk özel yapımevi Kemal Film kurulmuştur. Muhsin, Berlin'den yurda dönünce Kemal Film ile anlaşıp İstanbul'da Bir Facia-i Aşk, Boğaziçi Esrarı, Nur Baba (1922), Ateşten Gömlek, Leblebici Horhor, Kız Kulesi'nde Bir Facia gibi filmler çekmiştir. (Seda Bayındır Uluskan, Atatürk'ün Sosyal ve Kültürel Politikaları, s. 486-489).'


Atatürk, devrimlerin ve Cumhuriyet kazanımlarının halka tanıtılması, benimsetilmesi için sinemadan yararlanılmasını, çeşitli konuşmalarında dile getirmiştir:


'Sinema öyle bir keşiftir ki bir gün gelecek, barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya uygarlığının cephesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak uçlarında oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevmelerini temin edecektir. Sinema, insanlar arasında ki görüş farklılıklarını silecek; insanlık idealinin gerçekleşmesine en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu önemi vermeliyiz
(Fethi Naci, 100 Soruda Atatürk'ün Temel Görüşleri, s. 114).'


'Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi, bize basit gibi gelen, eğlence olan radyo ve sinema, bir çeyrek yüzyıla kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir. Japonya'daki kadın, Amerika'daki zenci, Eskimo'nun ne dediğini anlayacaktır. Tek ve birleşik bir dünyayı hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında, tarihte devirler açan matbaa, barut ve Amerika'nın keşfi gibi olaylar oyuncak nispetinde kalacaktır (Osman Sınav, 90 Yılın 90 Ödülü, s. 9, 29 Ekim 1913-Hürriyet).'


Atatürk, bir toplumun aydınlanması, gelişip ilerlemesi, bilgilenmesi amacıyla sinemaya büyük bir önem ve değer verilmesi gerektiğini şu sözlerle belirtmişti: 'Sinemanın ulusa faydalı olmasını, iş edineceğiz (13 Mayıs 1935; ABE 27, s. 226).' Atatürk'ün, sinemanın sanat yönünü de düşündüğüne ve o yönden de değer verdiğine hiç kuşku yoktur. Çünkü sanata ve sanatçıya çok değer vermiş, Türk kültürünün, sanatının gelişmesi için önemli atılımlar yapmıştır. Sinemaya önem vermesinin nedenlerinden biri de budur.


'Atatürk, sinema sanatının gelişmesine büyük katkıları olan Sovyet Rusya'dan Türkiye'deki gelişimi filme çekecek filmciler istetti. Moskova, iki önemli filmciyi, Sergel Yutkevich ile Lev Oskarovic Arnstam'ı yolladı. Bu Rus sanatçılara Reşat Nuri Güntekin ile Fikret Adil Beyler yardımcı olacaklardı. Çekilecek film, Türkiye'nin kalbi Ankara adını taşıyacak, bir Rus-Türk ortak yapımı olacaktı (Turgut Özakman, Cumhuriyet-2, s. 478).'


'Atatürk, henüz savaş durumundayken bile sinemanın taşıdığı önemi görmüş ve Cumhuriyet'in ilanından sonra bu konudaki duyarlılığını ortaya koymuştur. Genç kuşaklara, gelecek kuşaklara Kurtuluş Savaşı'nın ve Cumhuriyet'in temel değerlerini aktarmak, tarihe belge kazandırmak amacıyla Kurtuluş Savaşı yıllarında Fuat Uzkınay'ın çektiği Zafer Yollarında adlı belgesel film, yeniden ele alınmış ve daha kapsamlı bir duruma getirilmeye çalışılmıştır.


1934'te filmi izleyen M. Kemal Atatürk, filmi yeterli görmemiş ve çalışmalara devam edilmesini istemişti. Film çalışmalarının gidişatını takip eden Atatürk, filmde kendisinin yer aldığı bölümlerde hareketli görüntünün olmadığından dolayı filmin tamamlanamadığını öğrenince tepkisini şöyle dile getirmiştir:


Ben, hayattayım, Millî Mücadele'ye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem hali hazırda mevcut olduğuna göre çağırdınız da bana düşen görevi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam, memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu bir millî vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak, bu film ile mümkün olacaktır
(İnş. Y. Müh. MSÜ, Sinema Doktora Öğrencisi Tahir Alper Çağlayan, Atatürk ve Sinema, www.sinemalar.com)


'Atatürk, BEN BİR İNKILÂP ÇOCUĞUYUM adlı 137 sayfalık bir senaryo yazmış, bunun filme alınmasını istemişti. Senaryoyu Münir Hayri Egeli filme alacaktı. Ancak Atatürk'ün bozulan sağlığı bu dileğini yerine getirmesine de engel oldu. Geriye yalnızca Büyük Deha'nın halen Millî Kütüphane'de saklanan el yazısıyla yazdığı direktifi kaldı: Münir Hayri, filmi çevirme işiyle bizzat meşgul olacaktır. Hemen Almanya'ya gidecek, senaryomuzu işleyecektir. Hasan Rıza gereken masrafları benden karşılayacaktır. İmza: Kemal( Av. Hatice Karakuş, Atatürk ve Sinema Üzerine; www.ankarabarosu.org.tr).' Bu film çekilememiş, senaryonun da kaybolduğu söylenmektedir.


Atatürk, sinema sanatının yararlarına verdiği önem kadar film seyretmeyi de çok sevmektedir. Söz gelimi:


'İzmir'de sinemaları olan Cemil Bey (Filmer), Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı Ankara'dan tanımaktaydı. İzmir'de bulunan Gazi'yi, sinemasına davet etti. Gazi ve eşi sinemaya gitmek için köşkten ayrıldı. Cemil Bey, Gazi'yi sinemanın kapısında karşılar, Birlikte balkona çıkarlar. Gazi balkondan aşağıya bakanca izleyicilerin tümünün erkek olduğunu görür. Cemil, neden hiç kadın yoktur diye sorar. Cemil Bey, paşam, kadınlara yalnız Salı günü sinema gösteriyoruz, diye yanıt verir. Bunun üzerine Paşa, yaverini çağırır, dışarıda bulunan bütün kadınların salona alınmasını ister. Salonu dolduran kadınlar, Gazi'yi büyük bir coşkuyla alkışlarlar. Cemil Bey, asıl filmden sonra bir de kısa Şarlo filmi gösterir, Gazi çok güler ve tekrar seyreder. Gazi Mustafa Kemal (Atatürk), sürpriz olarak Köşk'e bir sinema makinesi aldırır. Ankara'ya geldikleri akşam, bazı arkadaşlarını, eşleri ve çocuklarıyla davet eder. Neşe içinde yenen yemekten sonra sinema makinesinin kurulduğu salona geçerler. Rukiye sinema makinesinin alındığını duymamıştır. Çok sevinir.'


'Dünya haberlerini seyreder, Mussoliini ile Hitler'in abartılı hareketlerine gülerler. Sonra Muhsin Ertuğrul Bey'in yönetmenliğini yaptığı BİR MİLLET UYANIYOR filmini izlerler (Turgut Özakman, Cumhuriyet 2, s. 31,484).'


'Atatürk'ün sanatçılara destek vermek, onların sorunlarıyla ilgilenmek, temsillerini yakından takip etmek gibi uğraşlarının yanında; oyunlar ısmarlaması, yazarlara konular önermesi, metinleri okuyarak gereken düzeltmeleri yapması, oyun provalarında bulunması gibi çalışmalarıyla Türkiye'nin ilk dramaturgu olarak kabul edilmektedir. Atatürk'ün dramaturg gibi yaptığı en önemli üç çalışması Bay Önder, Taş Bebek, Bir Ülkü Yolu'dur (Seda Bayındır Uluskan, age. s.423-424).'


'Atatürk, sanatı kısıtlayan, yasaklayan anlayışlardan kurtulmak; eski değer yargılarını aşmak; güzel sanatları geliştirebilmek için yalnız aydınların, sanatçıların değil; Cumhuriyet yöneticilerinin ve siyaset adamlarının da bu alanın önemini bilerek gereken ilgiyi göstermelerinin gerekli olduğunun bilincindedir ( Prof. Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi III-2, s. 127).' Örneğin 27 Ekim 1922'de Bursa'da öğretmenlere seslenirken : 'Okul sayesinde, okulun vereceği bilim ve fen sayesindedir ki Türk ulusu, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiiri ve edebiyatı, bütün güzelliğiyle gelişir (ASD II, s. 47).' der. 1 Kasım 1936'daki Meclis Konuşması'nda sanat için şunları söyler: 'Güzel sanatların her şubesi için Meclisin göstereceği ilgi ve emek, ulusun insanî ve uygar yaşamının ve çalışkanlık veriminin artması için çok etkilidir (ASD I, s. 405).'


Atatürk, sanata o kadar çok değer verir ki: 'Sanat nerede varsa gidip öğrenmeye mecburuz (ABE 14, s. 350).' der.


Atatürk, sanata verdiği değer ölçüsünde, sanatçılara da değer vermektedir. Söz gelimi şu özdeyişleri, sanatçıya ne kadar değer verdiğinin kanıtıdır: 'Sanatçı el öpmez, sanatçının eli öpülür. Efendiler, hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz. Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz; fakat sanatçı olamazsınız. Yaşamlarını, büyük bir sanata adayan bu çocukları sevelim ( Prof. Dr. U. Kocatürk, age. s. 264).'


Bir ülkede sanatçının rolü çok önemlidir. Çünkü ülke karanlığa gömüldüğünde şairler, yaratıcılar, sanatçılar yol gösterirler. Onlar, dile gelmeyeni söyler, görülmeyeni görürler. İşte bu nedenledir ki Atatürk, sanata ve sanatçıya çok büyük değer vermiştir.


'Sanatçılar, basmakalıp düşüncelerden kurtulmuş insanlardır çoğunlukla en ilginç yapıtları onlar verirler. Bize doğadaki varlıkları hiç düşlemediğimiz yepyeni güzellikle görmeyi öğretenler de onlardır. Eğer onları izleyip onlardan bir şeyler öğrenirsek pencereden dışarı bakmak bile heyecan verir. Bir sanat yapıtı karşısında haz almıyorsak, sanat yapıtından tat almayı önleyen yanlış nedenler vardır. Bu nedenleri kendi kafamızda aramamız gerekir. Büyük sanat yapıtlarının tadılmasında alışkanlıklarımızı ve önyargılarımızı aşmadaki isteksizlikten daha kötü bir engel yoktur (E. H. Gombrich, çev. Bedrettin Cömert, Sanatın Öyküsü, s. 5, 11).'


Sanatın içine tükürmek, sanat yapıtlarını cinsellikle, ucubelikle suçlamak, tahrip etmek, söküp atmak, hem sanata hem sanatçıya, sanatçının emeğine saygısızlık olur; ayrıca bu tür davranışlar, ancak ilkel anlayışlarda görülür. Dinsel gerekçelerle sanatı kısıtlamak, ileri bir anlayış değildir, geriliktir.


Günümüzde güzel sanatlar alanında emek verenler desteklenme şöyle dursun sanatsal özgürlükleri kısıtlanmakta, dahası cezalandırılmaktadırlar. Söz gelimi, 'Freemuse'nin raporuna göre 1913'ten bu yana sanatsal özgürlüğün en çok kısıtlandığı, sanatçılara bedel ödetilen ülkeler sıralamasında Türkiye, Çin ve Rusya'dan sonra üçüncü sırada yer alıyor (Melis Alphan, Sus Deyince Susmayanlar, Hürriyet, s. 5-6; 31.09. 2015).'


Sonuç olarak diyebiliriz ki ilerleyip gelişmek istiyorsak, güzel sanatlara değer vermek; sanatçıları korumak ve onların yüksek sanat eserleri vermesini özendirmek gerekir. Atatürk'ün dediği gibi: 'Resim yapmayan, heykel yapmayan, güzel sanatları anlamayan bir ulusun noksanı var demektir. Böyle bir ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur.' UNUTMAYALIM:


SANAT VE SANATÇIDAN YOKSUN BİR TOPLUMUN CANLILIĞI OLMAZ.

ATATÜRK