Muhafazakarlar zenginlik, refah ve lüksü gördüklerinde misyonlarını ve ideallerini kaybedip eriyeceklerini tahmin etmiyorlardı. İçinde bulunduğu bu lüks ve şatafat durumuyla başları döndü, rehavete kapılıp uyanması zor bir gaflete daldılar. O zenginlikten nasibini alıp dünyevileşen dini cemaatler bile dağılarak bireyselleşme baş gösterdi; cemaatler ile bireylerin arasındaki o kollektif bilinç kayboldu, ortak misyonun yerini menfaat ortaklığı aldı. Misyonlarını kaybeden cemaatler ele geçirdikleri fırsatları değerlendiremediklerinden kayıplar verdiklerinin farkında değiller, halbuki kadrolaşarak elde ettikleri kazançları, kayıplarının çok az kısmına tekabül etmektedir. Kavuştukları bunca imkanla doyumsuzluğa ererken, yetiştireceklerini hayal ettikleri nesli avuçlarında kaybetmenin telaşını yaşayacaklar. İşte böylesi bir rehavet ve gaflet döneminde menfaatleri dini ve ahlaki değerlerine baskın olan makyavelist muhafazakarlar ortaya çıkmaya başladılar.

Türkiye'de özellikle 2012-2013 yılları arasında Ankara'nın Çukurambar semti ile 2014-2017 yılları arasında İstanbul'un Fatih-Başakşehir semtinde yapılmış olan araştırma sonuçlarıyla doktora çalışmalarına konu olup kitaplaşan yeni muhafazakarların hayatı Türkiye'de onların dinine ve toplumuna nasıl yabancılaştıklarını çok iyi açıklamaktadır. Elde ettikleri anormal gelirlerle yaşadıkları lüks ve şatafatlı hayat onları tanımamıza kapı aralıyor. Nitekim göze çarpan yüksek gelirler, yaşadıkları lüks evler, bindikleri son model arabalar, takıldıkları modern mekanlarla halktan kopup ayrıştılar. Ve bu ayrışmayla çoğunluğu siyasetçi, bürokrat, iş adamı, vakıf ve dernek gibi STK'larda görevli olanlardan oluşan seçkin ve romantik muhafazakar burjuva öne çıktı. Yatlarda eğlence düzenleyen, manzaralı jakuzilerde keyif yapan, haz ve gösteriş tutkunu olan bu ayrıcalıklı seçkin muhafazakarların çocukları, tam bir kapitalist hayatı yaşayan romantik muhafazakarlar olup asgari ücretlinin bir ayda geçinebileceği parayı kafede flört ettikleri sosyal arkadaşlarıyla bir oturuşta harcayabilen, halkın çoğunluğu düşük gelirle kıt kanaat geçinmeye çalışırken, elinde nargilelerle dibine kadar lükse ve sefahete dalan eskinin mücahidi şimdikinin müteahhitlerinin evlatları bunlar (Bakınız: Aksu Akçaoğlu /Zarif ve Dinen Makbul: Muhafazakar Üst-Orta Sınıf Habitusu/ İletişim Yayınları, İrfan Özet/Fatih-Başakşehir: Muhafazakar Mahallede İktidar ve Dönüşen Habitus/İletişim Yayınları).

Ne söylesek az, ancak bu tablo üzerinden hak edilmeyen zenginlikle şımaran böylesi müsrif muhafazakar gençlere bakarak toplumda gelir adaletsizliği ve tüketim çılgınlığının resmini görebiliriz. Toplumdaki gelir dağılımdaki eşitsizliği ve yoksulluğu araştırma şirketlerinin raporlarına göre somutlaştırırsak bunu daha iyi anlayabiliriz. Uluslararası Şeffaflık Derneği'nin gelir ve yaşam koşulları araştırmasına göre, 2018'de Türkiye'de en zengin % 10'luk kesim toplam servetin % 81,2'sine sahipken, kalan % 90'lık kesim servetin sadece % 18,8'ine sahip olabildi. İsviçreli Credit Suisse şirketi tarafından yayımlanan Küresel Servet Veri Kitabı'na göre 2014 ortası itibarıyla Türkiye'nin en zengin % 1'lik kesimi ülke servetinin % 54,3'e sahip olduğu, 2000 - 2014 arasındaysa, en zengin % 1'lik kesimin toplam servetteki payının, % 43 yükseldiği belirtilmektedir. Halbuki Allah (c.c) 'Ta ki o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet haline gelmesin' (Haşr/7) ayetiyle gelir dağılımındaki dengeye dikkat çekilerek sosyo-ekonomik adaletin sağlanması vurgulanmaktadır. Bu bağlamda ele alırsak belli bir kesimin zenginleşip halkın çoğunun yoksullaştırılması kabul edilemez bir durumdur. Yolsuzluk ve rüşvet gibi rant yollarının önlenmemesi, faiz oranlarının çok fazla artması; enflasyonun yükselmesi ve ekonomik küçülmeyi beraberinde getirir. İşsizliğin artışı, intihar vakaları ile boşanmaların başlıca temelinde ekonomik sıkıntılar yatmaktadır.

Zamanını kafelerde geçiren bilgi yönünden fakir, parasal yönden zengin bu tiplerin fikirleri ve idealleri olmadığından yaşamlarının ileriki aşamalarında boşluğa düşüp nihilist ve deist olabilme ihtimalleri çok yüksek, yaklaşan bu tehlikeyi şimdiden görebilmek gerek. Belli ilke ve prensiplerinin olmaması bakımından liberalistce yaşayan seçkin muhafazakarların desteğiyle gelişip palazlanan, tüketim çılgınlığı bakımından kapitalistçe yaşayan romantik muhafazakarlık evlilik teklifinden, kutlu doğum pastası kesmeye ve hatta Kuran-ı Kerim'i güzel okuma yarışmaları tertiplemeye kadar gidildi. Hatırlarsanız yakın tarihte TRT' de muhabir olan birinin Kabe'de sevgilisine evlilik teklifi yapması, ayrıca Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinde Tokat'ın Zile İlçesi Müftülüğü'nce düzenlenen programda üzerinde Kur'an-ı Kerim olan pastanın ve Samsun Seyit Kutbeddin Camii'nde düzenlenen programda üzerinde Peygamber'in ismi bulunan pastanın kesilerek yenilmesi, yine TRT1' de ekrana gelen Kuran-ı Kerim'i güzel okuma yarışması, beş yıldızlı otellerde umre yapmalar, içerisinde bir kuş sütü eksik olan kırk çeşit yemeğin menülere konulduğu iftar sofraları gündem oldu. Bunlardan ilginç olanı ibadet yaparken bile ayrıcalıklı bir sınıfın vitrinlerde gözükmesi, takva dışında herkesin eşit olduğu sınıfsız bir toplumu inşa etmeye gelen İslam'ın tevhid anlayışına aykırıdır; ayrıca Kuran'ı güzel okuyanların ödüllendirilip O'nun evrensel mesajlarıyla insanları uyaranların dışlanması dinin özüne değil de şekline önem verildiği izlenimini ortaya çıkarıyor.

Dinin özünden kopmayla birlikte nicelik arttı, ancak nitelik kalmadı; samimiyetin yerini cazibe, amelin yerini söz, şuurun yerini bağnazlık, bilginin yerini mal, niyetin yerini gösteriş, sadakatin yerini menfaat, almaya başlayınca sonuçta ilim, ahlak ve takvadan yoksun muhafazakarlık anlayışı piyasada boy göstermeye başladı. Yaşantıları ve düşünceleriyle kendilerini normal halktan ayrı olarak gören muhafazakarlar iki şekilde tezahür etmektedir; yüksek makam ve görevlerde olanların temsil ettiği liberalist yaşantı tarzındaki seçkin sınıf ve onlara mensubiyetini gösterenlerin temsil ettiği kapitalist yaşantı tarzındaki romantik sınıf. Birinci sınıfa tüccarlar gibi dini kazanç kapısı olarak gören istismarcı mantık hakimken, ikinci sınıfa da turistler gibi dini yaşamayı nostaljik olarak gören gösterişçi mantık hakimdir. Merhum Akif Emre Müstağrip Aydınlar Yüzyılı adlı kitabında bahsi geçen konuyla ilgili olarak bu tip muhafazakarların dini/ahlaki değerleri araçsallaştırmakla kalmayıp bunun sonucu olarak bu değerleri çürüteceğini ifade eder.

İşte bu yeni tarz muhafazakarlık tiplerinde din, yaşanmayan sadece çay ve edebiyat kürsülerinde meze olarak konuşulan ütopik bir hayalmiş gibi anlaşıldı. Böylelikle özü itibariyle birey ve toplumu inşa edecek hayat düsturlarını içinde barındıran din bu gibilerin dillerinde slogan ve ellerinde oyuncak olmaktan öteye gidemedi.