İnsanın kelime veya sözcüklerle meramını anlatabilmesi için dış dünyayla temas halinde olan duyu organları vardır. Kendini ifade edebilmesi için de konuşma yeteneği, başkasının konuşmalarını da dinleyebilmesi için de duyma yeteneği bahşedilmiştir. İyi anlamak için dikkatli dinlemenin elzem olduğunu varsayarsak, dinlemeden anlamanın insana önyargı içeren konuşma yaptıracağını söyleyebiliriz. İşine geldiği gibi anlayanlar önyargılı kişilerdir, ne söylerseniz söyleyin laf anlatamazsınız, sanki kafalarında bir şablon çizmişler o şablonun dışına çıkamazlar. Ben her şeyi biliyorum demek bilgi alışverişine kapalıyım demektir. Gelişim ve değişime kapalı olanlar, değişebilecekleri korkusu yüzünden bakış açılarını değiştirmezler. Kültür ve üretim seviyesi düşük toplumlar bakış açılarını çok fazla değiştirmezler, bundan ötürü de çok inanıp az düşünürler. Bu konuyla ilgili olarak dünya klasiklerinden olan meşhur Sefiller adlı romanın yazarı Victor Hugo; ''Cehalet bilginlerin günahı, yoksulluk ise zenginlerin günahıdır.'' der. Yani bu sözle 'malı saklayıp stokladıktan sonra fahiş fiyatla tedavüle sokmak manasına gelen karaborsacılık nasıl vicdan ve ahlak dışıysa ise, bilgiyi de gizleyip gerçeklerin açığa çıkmaması için değiştirme ve yönlendirme manasına gelen manipülasyon yapmak' o kadar vicdan ve ahlak dışıdır, denilmiş. Çünkü birinde maldan diğerinde bilgiden mahrum bırakılma söz konusu olduğu gibi beraberinde başkasına bağımlı olmayı taşıyan bu iki durumun altında yine başkaları tarafından sömürülme ve istismar edilme yatmaktadır. Yoksulluk ve fakirlik doğal afetler, ekonomik kriz ve hastalıklar gibi elinde olmayan nedenlerden dolayı olduğu gibi çalışmama ve tembellik gibi elinde olan nedenlerden dolayı da olabilir, zaten eğer elinde olan imkanlardan dolayıysa kimseye muhtaç olmamak için kendi iradesiyle çalışmak zorundadır. Aksine bilgiye ulaşmak çok kolay olduğundan dolayı cehalet için mazeret yoktur. Bu durumu seçen kişinin kendi iradesiyle olur, biraz istek ve çaba ortaya koysa cehaletten kurtulabilir. Ancak durumuna razı olup sorgulama yapılmayınca cehalet ve yoksulluğun bir arada kendilerinde toplandığı aldatılmaya ve ezilmeye mahkûm bir kesimin doğmasına neden olur. O yüzden kimsenin çaresiz ve sefil durumda olmasına göz yummayalım; unutmayalım ki bilenler ve hali vakti yerinde olanlar bu durumdan mesuldür. Divan edebiyatı şairi Hafız Sadi Şirazi de; 'Rahat olmak lazım, fakat duyarsız değil, açık sözlü olmak lazım, fakat edepsiz değil.' der. İlginçtir ki çok rahat olup duyarsız olanlar ya cahil ve gafildir ya da menfaati olanlardır. Çok açık sözlü olup ahlakı olmayanlar ise ya gücü ve makamı elinde bulunduranlar ya da çok fazla şey bilenlerdir.

İnsanda bilinç ve bilinçaltı denilen kavramlar vardır. Kişinin kendi iradesiyle yaptığından sorumlu olacağı bilinçli kararlar mantık ile alındığından nesneldirler (objektif); ama kendi iradesi dışında yaptığından sorumlu olacağı bilinçaltı kararlar mantık dışı olan sezgi ile alındığından özneldirler (sübjektif). İnsan beynini bilgisayara benzetirsek bilinç bu bilgisayarın yazılımını, bilinçaltı da donanımdaki Hard disk sürücüsünü temsil eder. Zihindeki bilgiler işlenerek hafızaya kaydedilir, kaydedilen bu bilgiler istenildiği zaman geri çağrışımlarla davranışlara dönüşürler. Zihinsel işlevlere dayanan öğrenmeler sonucu düşünceler, fizyolojik ve psikolojik işlevlere dayanan duygular sonucu davranışlar ortaya çıkmaktadır. İşte eylemlerimizin altında bu duygu, düşünce ve davranışlar her insanın bilinç alanını oluşturur. Yaşam dünyamızda düşüncelerle kavrama yapılır, duygularla anlamlandırma oluşturulur ve bilinçle de farkındalığa varılır. O yüzden herkesin kavrama ve anlamlandırma kapasitesi nispetinde bilinç gücü oluşur.

Güç Kuvvete Karşı – Bilincin Anatomisi adlı kitabın yazarı Dr. David Hawkins ortaya koyduğu 'Bilinç Haritası Tablosu' nda frekans düzeyi 200 skalasının gösterdiği cesaret seviyesini dönüm noktası olarak tespit etmiş, bu 200 skalasından daha düşük seviyede bulunan gurur, öfke, korku, suçluluk gibi duygu ve düşüncelerden oluşan bilinç hallerinin insanları ve çevrelerini zayıf durumlara sokarak bitkinleştirdiğini ve frekanslarını düşürdüğünü söylemiştir. İlginç tarafı Dr. David Hawkins adı geçen kitabının 5. bölümünde, Bilinç Düzeylerinin Toplumsal Dağılımı başlığıyla toplumları ekonomik ve kültürel durumlarına göre bilinç düzeylerini incelemiştir. Bu araştırmaya göre, frekans düzeyinin 200 skalasının altında olanlar genelde asgari geçimin altında yoksul yaşayan, işsizliğin görüldüğü, okuma yazma oranının düşük olduğu, kıtlık, hastalıklar ile birlikte siyasi baskı ve kamusal kaynakların yetersiz olduğu az gelişmiş toplumlardır. Dr. David Hawkins'in frekans düzeyinin 200'ün altında olduğunu tespit ettiği azgelişmiş, refah düzeyi düşük toplum profilini içinde yaşadığımız topluma uyarlayabiliriz. Çünkü tüketim kültürüyle büyüyen, üretim ile değil vergi ile ayakta duran, azınlıkta olan bir kesimin zenginleşip çoğunluğun fakirleşerek gelir dağılımı adaletsizliğinin olduğu, kitap okuma oranlarının yerlerde süründüğü, eleştirel düşünmenin olmadığı, medyanın manipülasyonuna balıklamasına atlayan, gününü televizyon başında dizi izleyerek geçiren, bilim ve sanattan çok magazin ve futbola ilgi duyan bir toplum olmuşuz. Kendi istikbali ve terakkisi için düşünmeyen, üretmeyen, çabalamayan toplumlar ortaya bir irade koyamadığından akıntı yönünde sürüklenerek sürü psikoloji ile yönetilirler. Ancak bir uyanmayla çabalayıp ortaya bir irade koyarlarsa, akıntıya karşı durarak o zaman kaderleriyle ilgili olan kararlarda söz sahibi olurlar.

Önemle üzerinde durulması gereken az gelişmiş toplumların cehalet ve yoksulluk durumlarını Dr. David Hawkins'in 'Bilinç Haritası Tablosu'na göre değerlendirmiş. Bu tabloya istinaden cehalet ve yoksulluğun belirgin olduğu toplumlarda frekans düzeyi 100 skalasının gösterdiği korku seviyesinde kaygılanma-anksiyete durumu, frekans düzeyi 75 skalasının gösterdiği keder seviyesinde pişmanlık-depresyon durumu, frekans düzeyi 50 skalasının gösterdiği hissizlik seviyesinde çaresizlik ve bağımlılık durumları sık yaşanılır. Kültür ve üretim seviyesi düşük az gelişmiş toplumlar bir taraftan kendi içinde çaresizlik ve bağımlılık yaşarken, öte taraftan değişim ve gelişime kapalı oldukları için kendilerinden farklı bakış açılarına sahip olanlara anlayışsızlık ve tahammülsüzlük gösterirler. Anlayışsızlık ve tahammülsüzlük, gelişime ve değişime direnç gösterme ve durumunu koruma refleksidir.