Türkiye Cumhuriyeti bugün zor günler yaşamaktadır. Gerek siyasi ve askeri açıdan olsun, gerek ekonomik ya da üretim yönünden olsun yahut ister ülke genelinde ya da dünya genelinde olsun, Cumhuriyet tarihinin en sıkıntılı günlerini ulusça ibretle yaşıyoruz. Tarihin sayfalarına kara bir leke olarak geçecek bu günlere siyasetçiler, bilim insanları, ekonomistler, sosyologlar mutlaka bir çözüm bulmalıdır. Çözümlenemeyen hiçbir sorun olamadığı için Türkler kendi bünyesinden, kendi düşünce dünyasından bu soruna çözümler aramalıdır.

Bu kaostan, bu krizden Türkler, binlerce yıllık düşünce yapısı olan Türk – Altay Felsefesi'yle çıkabilir! Temel dayanağı 'Yaşama Gücü' olan 'KUT' un, açılımında: Devlet yönetiminde gücü, yaratıcılığı, bağımsızlığı, sınıflara ayrılmayan ulusu, gerçekçiliği, akılcılığı temsil eden bu düşünce yapısında: 'saygı, sözünde durma, sadakat, adalet, hukuk, toprağa bağlılık, üretim, devletin malını koruma, çalışkanlık, yurt severlik, cesaret ve kahramanlık' üst değerleri oluşturur.

Bugün bütün siyasetçiler bir arayış içerisindedir. Doğru bildiklerini söylemeye, uygulamaya çalışıyorlar. Rahatlıkla şunu söyleyebilirim ki bütün liderlerde bir tutarsızlık, zaman zaman sözle saldırganlık, toplumu kucaklayamayan söylemler hakimdir. Bu çirkin tablo neredeyse siyasi geleneğimiz olmuştur; oysa bu anlayışın değişmesi gerekir. Bu yapı siyasi partilerde, seçmeni kaybetmeme korkusundan kaynaklanıyor. Her partinin marjinal gurupları liderleri zorlamaktadır. Liderler de Türk- Altay Felsefesi'ni bilmedikleri için toplumu kucaklamaktan çekiniyorlar. Mustafa Kemal, ülkenin en zor günlerinde, işgal güçlerine destek olanlar haricinde, herkesin güvenini kazanmıştı. Başarısının temel dayanağı da buydu.

Türk- Altay Felsefesi'ni iyi bilen Mustafa Kemal en çarpıcı kararları aldığında bile Türk halkı arkasındaydı: harf devrimi, Cumhuriyetin ilanı, Ankara'nın başkent olması gibi…

Ankara'nın başkent olması akılcı, öngörülü, cesur, gerçekçi bir karardı.

Dünyanın en güçlü devletlerinin, (Etiler, Frigler, Roma, Bizans, Moğol, Selçuklu, Osmanlı) Ankara'yı bir askeri üs ve ticaret merkezi yapmaları elbette tesadüf değildir. Bu yüzden kent, Mustafa Kemal için çok önemlidir. Bu nedenle Mustafa Kemal'in o işgal yıllarında, 27 Aralık 1919'da, milletvekillerini Ankara'da toplaması, 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açması, İstiklal Savaşı'nın idari yerini Ankara yapması, 13 Ekim 1923 tarihinde ise Ankara'nın resmen başkent olması bilerek, düşünülerek, tasarlanarak yapılmış akılcı bir harekettir.

Bu bilgece davranış, bu akılcı hareket Türk- Altay Felsefesi'nin bir gereğidir.

29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, Milli Mücadele'nin sembol şehri olan Ankara'nın, kadim ve köklü tarihi ve zengin kültürel yapısına uygun olarak hızla imar çalışmalarına başlandı. Erken Cumhuriyet döneminde yapılan bu mimari eserlerin estetik yapısı ne yazık ki bugün aşılamamıştır. Bu eserler Ankara'nın kalbinde biblo gibi durmaktadır. Türklerin toprağa bağlılığının bir simgesi olarak ta o yıllarda tarım, hayvancılık, orman çiftliğinin kurulması,(Atatürk Orman Çiftliği) gelişmenin önemli adımıydı. Sanata yönelik atılan adımlar modernleşmenin ilk adımlarıydı. Kentin gelişiminin önü açılmış olmasına rağmen, daha sonra Ankara mimari yönden yozlaştırılıp beton yığınlarına gömüldü. 'Kent- İnsan- Tarih' olgusunun yerini ranta dayalı şehircilik aldı. Bu yozlaşma asla ve asla Türk- Altay düşüncesinde yoktur. Saflığın, sadeliğin, akılcılığın, halkın mutluluğunun ön planda olduğu Türk- Altay Felsefesinden uzaklaşmak, beraberinde sorunları da getirmiştir. Sorun da buradan kaynaklanmaktadır: siyasetçiler, bilim insanları, yöneticiler Türk- Altay Felsefesi'nden uzaklaştıklarında ülkeyi sorunlar yumağına dönüştürüyorlar, işin içinden çıkılmaz hale getiriyorlar.

Konu sadece şehircilik değildir. İnsan ilişkileridir, insan özgürlüğüdür, mahalle baskısıdır, liyakatli insanların olmamasıdır; bilmin, tarımın, sanayinin, üretimin, eğitimin, sanatın ülke gündeminden çıkarılmasıdır, devlet ve yerel yönetimler eliyle savurganlığın normalleştirilmesidir, dini baskıların ön plana çıkarılmasıdır, milli değerlerin ayaklar altına alınmasıdır; sadece iktidara yakın olanların gözetildiği, korunduğu bir sapkın siyasi anlayışın toplumda egemen olmasıdır.

Bu sürdürülebilir bir yönetim anlayışı değildi elbette. Dünyada karşılığı olmayan çağ dışı siyasi oyunlardır. Değişmesi gerekiyordu. Ankara'nın tarihi kimliğine yakışır, herkesi kucaklayan, liyakata önem veren, sadece halkın huzuru ve mutluluğu için mücadele eden; bilmin, sanatın, eğitimin, üretimin, tarımın ve sanayinin ön plana çıkarıldığı bir yönetim anlayışının kazanması gerekiyordu. Sürdürülebilir olan da buydu. Türk- Altay felsefesi bunu gerektiriyordu.

Bu makalede asıl ele almak istediğimiz tam da budur.

Kadim şehir Ankara'nın yönetimi, 2019 yılı yerel seçimlerinde el değiştirdi. Daha önce yerel yönetimlerde görev almış, belediye başkanlığı yapmış, deneyimi olan Mansur Yavaş kazandı. Mansur Yavaş yönetimi, bugüne kadar süregelen Türk siyaset anlayışından çok farklıydı. Bu farklılık, Türk ve dünya siyasetçilerine örnek olabilecek bir yönetim anlayışıdır. Bu anlayış, Türk-Altay Felsefesi'nin yapısına uygun bir anlayıştır.

Çok partili siyasi hayatla birlikte, siyasetçilerin birbirlerine karşı hakarete varan hitaplarını gördük. Parti kimliği ön plana çıkarılmıştı. Her yurttaşın kucaklanması yerine, partili yurttaşlar ön plandaydı. Din, tarikat, inanç, cemaat siyasetin içine sokulmuş ve siyasetçiye büyük bir oy kazandırmıştı. Toplum, bizim mahalle sizin mahalle, diye farklı kamplara ayrılmıştı. Halkın menfaati yerine çıkar çevrelerinin isteğine göre ihaleler veriliyordu. Tam da bu anlayışın zirve yaptığı yıllarda 2019 seçimleri yapıldı ve Ankaralı seçmen, yeni bir tercih yaptı. Halk, kamplara bölünmüşlükten, çirkin siyasetten usandığı için Mansur Yavaş'ı tercih etti. Ankara'daki yeni yönetim daha ilk günden bu çirkin, sapkın, çağdışı, insanın doğasına uymayan anlayış yerine sadeliği öne çıkardı. Şeffaf, ulaşılabilir, hukuka dayalı yönetimi Ankaralı seçmenle tanıştırdı. Mansur Yavaş'la sağduyu kazanmıştı artık. Siyasetin koridorlarında ağır hakaretler duymuyorduk. İşine odaklanmış, sadece Ankaralıları öne çıkaran, pek fazla ortalıkta dolaşmayan, televizyonlarda şov yapmayan bir başkan vardı artık. Başkanın derdi, Ankara'nın tarım havzalarını, üreticinin en verimli kullanabileceği hale getirmekti. Başkanın derdi Ankara'da öğrencilerin dertlerine çözüm bulabilmekti. Üreticiyi, sanayiciyi, işçiyi ve halkı bir masaya oturtup şikayetlerini dinlemek, birlikte çözüm üretmeyi dert edinmişti. Siyaset bilmi de bunu gerektiriyordu. Artık yavaş yavaş tüm Ankaralılar, bu yönetimden memnun olmaya başlamıştı. Her ne kadar radikal siyasi yandaşlar yine bildiklerini okusa da toplumda karşılık bulmuyordu. Mansur Yavaş'a her kesimden destek vardı.

Derinden gelen Mansur Yavaş hareketi, tüm partilere ve partililere örnek olmalıdır. Türkiye'nin önünü açacak olan yerel yönetim modeli budur:

Kucaklayıcı olmak, şeffaf olmak, hakaret etmemek, halkın yanında olmak, halkı kamplara bölmemek, liyakate önem vermek, din ve inanç üzerinden siyaset yapmamak, cesur olmak, korkmamak; yerel, milli ve evrensel değerlere sahip çıkmak; kendine hakim, kendinden emin, erdemli olmak. Çağdaş bir siyasetçi tanımıdır bu.

Üstelik Mansur Yavaş, 'sosyal belediyecilik' anlayışını tekrardan hayata geçirerek üniversiteler, hastaneler, kamu ve sivil toplum kuruluşları, esnaf, ev kadını, öğrenci ve öğretmen, bilim ve sanat insanlarının desteğini toplayarak Ankara'da bir dayanışma ağı oluşturdu. Dar gelirli ailelere yönelik sosyal yardım projelerine önem verdi. Bütün bunları 'rozetsiz başkan' olarak yaptı. Rozetsiz başkan Mansur Yavaş'a bu hizmetinden dolayı, 'Uluslararası Şeffaflık Derneği', '9 Aralık Dünya Yolsuzlukla Mücadele Günü' kapsamında '2020 Şeffaflık Ödülü' verdi. Türk belediyecilik tarihi açısından bu devrim gibi bir karardır. Tüm belediyelere model olmalıdır.

Türk siyasi hareketi, Türk insanı neredeyse elli yıldır, yukarıdaki özelliklere sahip olan siyasetçi aramaktadır. Peki, yok mu bu anlayıştaki yerel yöneticiler? Var elbette! Benim ilk dikkatimi çeken Eskişehir belediye başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen idi. Ancak Ankara'nın başkent oluşu, binlerce yıllık tarihi, nüfusu, kültürel hareketliliği yüzünden daha ön plandadır. İktidar partilerinin ilk kazanmak istediği belediyedir. Bu yüzden Mansur Yavaş kendi modeliyle bütün belediyelere örnek olabilir, olmalıdır. Bütün parti liderleri Mansur Yavaş modelini uygulamalıdır. Yıllardır süregelen sert, sinirli, kibirli, sinsi, aşağılayıcı, alaycı nutuklar bırakılmalıdır. Halkın içinde, halkla beraber olunmalıdır. Bütün siyasetçiler şunu asla unutmasın: kucaklayıcı olan, şeffaf olan, hakaret etmeyen, halkın yanında olan ve halkı kamplara bölmeyen, liyakate önem veren, din ve inanç üzerinden siyaset yapmayan, cesur ve korkak olmayan; yerel, milli ve evrensel değerlere sahip çıkan; kendine hakim, kendinden emin, erdemli olan siyasetçi Türk milletinin başının tacıdır. Bu özelliklerdeki siyasetçiler, yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle her ülkeyi kıskandıran Anadolu'yu, dünyanın en üretken, en verimli, en kaliteli toprakları haline getirebilir. Yetişmiş insan gücüyle dünyanın sayılı, itibarlı ülkesi yapabilir. Bu topraklarda yaşayan herkes, imrenilecek bir bolluk, bereket içerisinde yaşayabilir.

Yerel seçimlerde tüm partilere ve aday olmak isteyen tüm belediye başkan adaylarına uyarımdır: Mevcut olan siyasi anlayışı ve yerel yönetim anlayışını değiştirmezseniz, mevcut siyasi çıkmaz içerisinde yok olup gidersiniz. Her biriniz yenilikçi, devrimci, kucaklayıcı olmalısınız; her biriniz Türk kimliğini Türk erdemini yaşatmalısınız. Siyasi kimliğinizle değil kendi kimliğinizle, bilgelik gücünüzle karar vermelisiniz. Lideriniz için, partiniz için değil halkınız için korkmadan, cesur kararlar almalısınız. Bilim rehberiniz olmalıdır.

Unutmayınız, 'Anadolu insanı alim değil ama ariftir!'[1]

------------------------

[1] Bu söz Reşat Nuri Güntekin'e aittir.