Son yıllarda “sosyal etki” kavramı, hem kamu politikalarında hem de sivil toplum projelerinde giderek daha fazla dile getiriliyor. Bu durum, özel sektörü de sosyal sorumluluk çalışmalarını farklı bir perspektiften ele almaya zorluyor.

Peki bir çalışmanın gerçekten işe yarayıp yaramadığını nasıl anlayabiliriz? İşte bu sorunun yanıtı, ölçümün kendisinde gizli.

Ölçemediğin Şeyi Yönetemezsin

Ölçülemez olanı yönetemezsin.” Yönetim biliminin öncülerinden Peter Drucker’a ait bu yaklaşım, sosyal etki ölçümünün özünü özetliyor. Türkiye’de sivil toplumdan kamuya, özel sektörden yerel inisiyatiflere kadar birçok aktör projeler yapıyor, bütçeler harcıyor, raporlar hazırlıyor. Fakat asıl soru şu: Gerçekten işe yarıyor mu?

Bir faaliyeti sadece “yapmış olmak için yapmak” ile o faaliyetin bir yaşamda, bir toplulukta, bir ekosistemde somut bir fark yaratması arasında çok büyük bir mesafe var. İşte o mesafeyi ölçüm görünür kılar ve kapatmak için gereken yolu gösterir.

Ölçümün İnsan Boyutu

Kurumlar çoğu zaman ölçüm yapmaya çekiniyor. Çünkü ölçüm, başarısızlığı da gösterebilir. Başarılı gözükmek için de organizasyonların, “etkili olsun” arzusuyla yüksek sayılara tutunma eğilimleri var. Oysa gerçek etki bazen tek bir yaşamın kurtuluşunda, tek bir insanın yön değiştirmesinde gizlidir.

Bir yaşamın kaybolması yalnızca bir bireyin eksilmesi değildir; o yaşamın sosyal ilişkilerde, ailede, ekonomide, kültürde dalga dalga yarattığı etkiler vardır. Bu yüzden ölçüm, rakamların ötesinde insan hikâyelerinin görünür olmasıdır. Başarısızlık da bu hikâyenin parçasıdır. Çünkü başarısızlık bize, neleri doğru yapmadığımızı ve nasıl doğru veya daha etkili yapabileceğimizi öğrenmemiz gerektiğini öğretir. Öğrenmenin bir bedeli vardır ve o bedel ileride daha doğru adımlar atmamızı sağlar.

Verilerle Hikâye Anlatmak

Veri toplamak, sadece excel tabloları doldurmak değildir. Verilerden enformasyona, enformasyondan bilgiye, bilgiden bilgelik üretmeye uzanan bir yolculuktur. Bu hiyerarşi sayesinde veriler bir hikâyeye dönüşür.

Sosyal etki ölçümünde asıl mesele, bir hikâyeyi kanıtlarla anlatabilmektir. Bu hikâye, paydaşların yaşadığı değişim zincirlerini içerir: kim, hangi durumda, hangi süreçle, nasıl bir dönüşüm yaşadı? Nitel ve nicel veriler birleştiğinde bu hikâyenin derinliği ortaya çıkar. Örneğin, sadece “kaç kişi iş buldu” demek yetmez. Asıl mesele, o işin kişide ne kadar güven, özgüven, finansal bağımsızlık yarattığını da gösterebilmektir.

Sosyal Etki Ölçümünde Kavramlar

Doğrudan, dolaylı ve ikincil etkiler: Sadece faaliyetimizin merkezdeki faydasını değil, yan etkilerini de görmek gerekir.

Planlanan ve planlanmayan etkiler: İyileşme kadar kötüleşme de bir etkidir. Bazı grupların ekonomik bağımsızlığı artarken iş yükü nedeniyle sağlıklarının bozulması buna örnek.

Önemlilik (materiality): Hangi değişimler gerçekten kritik? Değişimin miktarı, süresi, değeri ve katkısı dikkate alınmalı.

Karar için yeterli hassasiyet: Hiçbir veri mükemmel değil. Ama karar almak için “yeterince iyi” veriye ihtiyacımız var. Bu ilke, ölçümün kusursuzluk değil, faydalı doğruluk peşinde koşması gerektiğini hatırlatıyor.

Şeffaflık ve iddiadan kaçınma: “Etkiyi olduğundan fazla göstermeyin” ilkesi, Türkiye’de sıklıkla ihmal ediliyor. Oysa güvenilirlik, abartıdan değil, şeffaflıktan geçer.

Türkiye’de Hesap Verebilirlik Anlayışı

Türkiye’de hesap verebilirlik denince akla hemen mali tablolar geliyor: gelir-gider dökümleri, fatura denetimleri, bütçe disiplinleri… Bunlar elbette önemli ama yeterli değil. Çünkü bir kurumun topluma hesap verebilmesi, sadece parayı nereye harcadığını göstermekle sınırlı olamaz.

Hesap verebilirlik, aynı zamanda mali olmayan konuları da kapsamalıdır: Bir faaliyet gerçekten kimlerin hayatında nasıl bir değişim yarattı? Planlanan sonuçlar elde edildi mi? Beklenmedik olumsuz etkiler oldu mu? Sadece “ne yaptık” değil, “neyi değiştirdik” ve “neden değiştirdik” sorularının da yanıtlanması gerekir. Bu, güven inşa etmenin en güçlü yoludur.

Çoğu zaman şeffaflık ve hesap verebilirlikte karıştırılıyor. Bir şeyi açık söylemek ile nedensellik ilişkisi kurmak farklı şeylerdir. Şeffaflık, açıklık - saydamlık demektir. Hesap verebilirlik, açıklanabilirlik demektir. Aldığımız kararlar açıklanabiliyorsa yanlış ve hatalı bile olsa sorun yoktur. Yeter ki açıklanabilir makul bir zemini olsun.

Kararlar Finansal İndirgenemez

Finansal göstergeler önemli olsa da, toplumun dönüşümünü yalnızca bütçeler üzerinden okuyamayız. Bugün sosyal etki ölçümünde sıkça yapılan bir hata, her şeyi para ile ifade etmeye çalışmaktır. Elbette SROI gibi yöntemler, değişimleri finansal eşdeğerlerle gösterebilmek için araçlar sunuyor. Fakat bu, değer = para demek değildir.

Bir insanın özsaygısının artması, bir kadının gece güvenle sokağa çıkabilmesi, bir çocuğun kendini daha mutlu hissetmesi… Bunların hepsinin ekonomik karşılığı hesaplanabilir ama aslında ölçtüğümüz şey, insan hayatının çok katmanlı değeridir. Psikolojik, çevresel, sosyal, bilişsel, politik ve kültürel etkiler ekonomik etki kadar önemlidir.

Bu yüzden kararlarımızı sadece finansal tablolara bakarak vermemeliyiz. Çünkü bir toplumun dayanıklılığını artıran şey, sadece maliyetler ve bütçeler değil; güven, aidiyet, adalet ve sosyal bağlardır.

Eğer her şeye harcama kalemleriyle bakarsak, her şeyi maliyet görürüz. Halbuki bir şeyi yatırım yapan şey, gelecekteki maliyetlerden yani harcamalardan daha fazlasını kazanıyor olmaktır. Toplumsal olarak çok daha fazlasını kazanıyor ve değişimi sağlayabiliyorsak, bugün bu kadar harcıyoruza saplanmamak gerekir. Bu da vizyon ve sorumluluk ister. Çünkü her yapılması gereklilik olan harcama yapılmadığında, gelecekte ortaya çıkacak krizlerin topluma ortalama 7 kat maliyetle karşımıza çıkar.

Sonuç – Etkinin Derinliği

Sosyal etki ölçümü, bir muhasebe tekniği değil; bir sorumluluk hesaplama biçimidir; yani sosyal muhasebe, etki muhasebesi ve sürdürülebilirlik raporlaması gibi yaklaşımlarla da ilişkilidir. Ölçüm, bize bir faaliyetle gerçekten neyi değiştirdiğimizi gösterir. Bir şeyi “yaptık” demek kolaydır; asıl mesele, onun bir insanın yaşamına, bir topluluğun geleceğine ne kattığını anlayabilmektir.

Bazen en büyük başarı, tek bir insanın hayatında yaratılan küçük ama derin bir dönüşümdür. Bazen de başarısızlık, gelecekteki doğru adımların ön koşuludur. Önemli olan, bunların hepsini ölçmek, şeffafça paylaşmak ve öğrenmeye dönüştürmektir.

Belki de bundan sonra kendimize şu soruyu daha sık sormalıyız:

“Bu faaliyet, kimin hayatında, nasıl bir değişim yarattı?”