0

Para ekonomik hayatın ortak dilidir. Konuşmamızı ve anlaşmamamızı sağlar. Şöyle söylesem bugün bir ayakkabı aldım karşılığında 20 kg domates verdim; bir gömlek aldım karşılığında 10 kg sivri biber verdim ve bir Sherlock Holmes romanı aldım karşılığında dört tane defter verdim desem benim iktisadi kararlarımı anlayabilmek için bana onlarca soru soru sormanız gerekir. Eğer bu soruları sormazsanız, konuşmamız anlaşmamız mümkün olmaz. Oysaki malların fiyatını para cinsinden ifade ettiğimizde birbirimiz anlamak için sormak zorunda olduğumuz soruların sayısı ciddi biçimde azalmaktadır. Evet parayı ödeme aracı olarak, hesap birimi, tasarruf aracı olarak kullanıyoruz. Kullanıyoruz çünkü amacımız göreli fiyatları açık ve anlaşılabilir hale getirmektedir. Göreli fiyatların açık anlaşılabilir ve izlenebilir olmadığı bir ekonominin sağlıklı biçimde işlemesi mümkün değildir.

İTİBAR KAYMASI

Ancak kağıt para sistemlerinde bu ortak dil doğal olarak KIRILGANDIR. Her şeyin fiyatını belirlemede kullanılan para'nın kendisine ait bir değeri yoktur. İster dolar, ister Euro, ister TL hangi parayı düşünürseniz düşünün neticede bir kağıt parçasıdır. Paranın madde olarak değeri o kağıt parçasının değerine eşittir. Madde olarak değeri neredeyse sıfıra yakın olan parayı modern dünyada mal ve hizmetlerin değerini ölçmede, üretim faktörlerinin üretimden alacağı payı belirlemede kullanıyoruz.

Bu haliyle para'nın bir borç olduğunu tekrar tekrar hatırlamak gerekiyor.

Marketten peynir alınırken başkasının borcunu ödeme aracı olarak kullandığımızı; Malların fiyatını bir başkasının borcu cinsinden ifade ettiğimizi; Ve tasarruflarımızı bir başkasının borcu cinsinden yaptığımızı (tasarruf yapmanın bir başkasının borcunu biriktirmek anlamına geldiğini), unutmamak gerekiyor.

Bu bir başkası dediğimiz kim?

Tabiki merkez bankasını kast ediyoruz.

Yarattığı para merkez bankasının borcudur. (teknik anlamda konuşmak isterseniz yarattığı para merkez bankası bilançosunun pasifinde yer alır)

Öyleyse bir noktanın altını özellikle çizelim: Modern ekonomilerde borç borçla ödenir.

Bu nedenle merkez bankasına fiyat istikrarı görevi veriyoruz. Eğer ulusal paranız uluslararası düzeyde kabul görmüyorsa fiyat istikrarı hedefi sizin için on kere daha önemli hale geliyor. Bu haliyle merkez bankasının fiyat istikrarı hedefine kitlenmesi demek kendi borcunun itibarını korumaya odaklanması anlamına geliyor. Merkez bankası yarattığı borcun itibarını koruyamazsa ticari hayatın refleksleri bu boşluğu dolduruyor. Çünkü, ulusal para değer kaybediyor diye insanlar mallarla malları değiştirmeye başlayarak hayatı kendileri için zor ve anlaşılmaz hale getirmek yerine başka bir ortak dil arayışına yöneliyorlar. Sermaye hareketleri açısından dışa açık bir ekonomide döviz alternatif bir dil olarak baş köşede yerini alıyor ve piyasalarda gerginliğin arttığı dönemlerde aktif biçimde kullanılmaya başlanıyor.

Son iki yıldır ülkemizde dolarizasyon düzeyi belirgin biçimde artıyor.

Mevduatların para birimi cinsinden kompozisyonuna baktığımızda bu durumu açıkça görüyoruz.

Bir noktanın altını çizerek devam edelim. ABD doları ABD merkez bankasının yarattığı borçtur. Buna göre Türkiye'de dolarizasyon düzeyinin artması insanların TCMB'nin yarattığı borca daha az itibar ederken ABD merkez bankasının yarattığı borca daha fazla itibar etmesi anlamına gelmektedir.

Söz konusu itibar kaymasının yarattığı bir çok sonuç var.

Her şeyden önce merkez bankasının oyun alanını daraltıyor.

DEVLET MÜDAHALESİ

Hükümetlerin sorumluluğunda olan mikro ve makro reformlar hızlı biçimde hayata geçirilip merkez bankasının fiyat istikrarı hedefiyle baş başa kalması sağlanamamışsa oyun alanındaki bu daralma ulusal paranın istikrarsızlığını daha görünür hale getiriyor ve bir süre sonra piyasa aktörleri devlet müdahalesini talep etmeye başlıyor.

Ne olduğunu tekrar edelim.

Hükümetler mikro ve makro reformları hayata geçirerek ekonomik hayata müdahale etmeyince hükümetlerden GARANTİ VEREREK müdahale etmesi isteniyor.

Bu konudaki fikrimi açıkça söyleyeyim.

GARANTİ VEREREK piyasaya müdahale etmek piyasa ekonomisinin dinamiklerini TAHRİP ETMEKTEN başka bir işe yaramaz. Devlet garanti verdikçe daha fazla garanti vermesi istenir. Hatta bir süre sonra insanların işsiz kalması bile devletin sorumluluğu olarak görülmeye başlanır.

Geçen gün gazetelerde okuduğum bir habere hiç şaşırmadım. Haber aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi :'Üniversite mezunlarına iş buluncaya kadar maaş bağlanması planlanıyor'.

iş adamlarının kur garanti istemesiyle bu haber arasında aslında mantık olarak hiçbir fark yok. Ya da asgari ücreti %50 oranında arttıracağız demekle bunlar arasında hiçbir fark yok.

Devletin görevi insanlara fiyat garantisi vermek yada iş bulamıyorsa gelir garantisi sağlamak değildir. Devletin görevi çalışabilir/üretebilir durumdaki insanların/firmaların risklerini kamulaştırmak değildir.

Devletin görevi bireylerin firmaların farklılık yaratma isteklerini, yenilik yapma güdülerini teşvik edici ortamlar yaratmaktır. Dikkatli bir gözle baktığımızda şunu görürüz: Esas itibarıyla farklılık yaratma isteğimizin yenilik yapma isteğimizin düşüklüğünün ana sebebi ticaret üzerindeki engellerdir. Ticareti sadece malların ticareti olarak değil en az bunun kadar önemli olmak üzere fikirlerin mübadelesi olarak düşünmeden meseleyi anlamak ve kavramak mümkün değildir. Malların ve fikirlerin serbest dolaşımını sağlamak devletin temel görevidir. Belki de tek görevidir. Çünkü bu görevin yerine getirilmesi alt yapının , kurumların ve kuralların iyileştirilmesini, kamu düzeni konusunda ortak bir anlayışın yaratılmasını gerektirir.

Kurumlar ve kurallar dediğimizde çok geniş bir yelpaze söz konusudur. Devlet bürokrasinin enerjisini harcaması gereken nokta burasıdır. Devletin görevi fiyat vb. garantiler vererek bürokrasiyi etkin olmayan biçimde büyütmek değildir. Devletin görevi iktisadi faaliyetlerin çeşitlenmesini sağlayıcı ortamları yaratmaktır. Alt yapıyı, kurumları ve kuralları iktisadi faaliyetleri büyütücü, insanların yenilik yapma arzusunu güçlendirici teşvik unsurları haline getirmektir.