Bu sabah Joaquín Rodrigo’nun bestelerken gözlerinin görmediği o ünlü gitar konçertosunu bir kez daha darağacındaki üç fidan ve fidanlar için dinledim.
 

İdama giden bir gencin son isteklerinden biri bu konçertoyu dinlemek istemesi dinlerken insanı büyüleyen bu görkemli ezgileri çok daha anlamlı hale getiriyor.
 

O üç fidandan biri olan Deniz Gezmiş, yaşam boyu karşı çıktığım idam cezasını beklerken şöyle demişti:
 

“İdam günü gelip çatınca, o sevdiğim, alıştığım giysilerimi giyeceğim: postallarımı, parkamı. Beyaz ölüm gömleği giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim. Kesin. Direneceğim ve giymeyeceğim. Öyle her zamanki eyleme gidiş tavrımla gideceğim. Yok, tıraş falan da olmayacağım. Gidip, oturup, önce bir sigara yakacağım orada. Sonra demli, sıcak, güzel bir çay içeceğim. Ha bak, Rodrigo'nun o ünlü gitar konçertosunu dinlemek isterim orada. Sanırım, asılacak bir adamın son arzusunu geri çevirmezler.”
 

O günlerde Ankara Bahçelievler Halkevinde bir avuç arkadaşla İdam Cezalarını protesto eden küçük bir gazete çıkarmıştık. Ben de “İdam cezalarına hayır” diye bir makale yazmıştım. Gazetenin baskısı çok zor olmuştu. Çünkü matbaalar basmak istemediği gibi topladığımız para da çok azdı. Nereden bulduk şimdi anımsamıyorum yaşlı ve emekli bir matbaacı gazeteyi çıkarmayı kabul etti.
 

İNSAN haklarının hiçe sayıldığı, demokrasiye paydos denildiği, hukukun askıya alındığı dönemlerde yargıçların söylemleri de birbirlerine çok benziyor. Bizim bazı değerli yargıçlarımız için sözüm meclisten dışarı olmak üzere işte iki küçük örnek: Yargıç Ronald Freisler, Hitler’e yazdığı bir mektupta, “Führerim, halk mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, sizin nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır” diye yazıyordu.
 

Yassıada yargılamalarında kurulan Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol da görevi sırasında Başbakan Adnan Menderes’in tutukluluk koşullarına itiraz etmesi üzerine cevap olarak söylediği “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor” sözü ile anılır.
 

Deniz GezmişHüseyin İnan ve Yusuf Aslan; Türkiye Cumhuriyeti "Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını" ortadan kaldırma suçuna idam cezası öngören Türk Ceza Kanunu'nun 146'ncı maddesi uyarınca suçlu bulundular ve idam cezasına çarptırıldılar.
 

Daha sonra idam kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından da onaylandı.
 

Şimdi sormak gerekmez mi? Bu idealleri uğruna idama giden bu gençlerin elinde “Teşkilatı Esasiye Kanunu”değiştirecek nasıl bir güç vardı?
 

Yassıada’da savunmasını okuyan Hasan Polatkan’a hâkim,
 

“Kısa geç yemeğe gideceğiz. Sizi buraya getiren güç cezalandırılmanızı istiyor” demiştir.
 

Savunmaya ve adil yargılanmayı hiçe sayan bir yargıçların boğazından o yemek nasıl geçer? O dönemlerde yemekten sonra tatlı yemek ve üzerine kahve içmek alışkanlığı da vardı.
 

 12 Eylül’de Evren’in, “Çok solcu astık, biraz da ülkücü asın” diye direktifi unutulur mu?
 

İdam cezası verildikten sonra bir de bu cezanın infazının işkenceye dönüşmesi var.
 

“İdam edilirken son işkenceler” başlıklı yazımın linki aşağıda olup bu konuya ait görüşlerimi içermektedir.
 

https://www.haberler.com/yazarlar/izzet-dogan/idam-edilirken-son-iskenceler-2706/

Darağacında Üç fidanın yani Deniz GezmişHüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın idamları da işkenceye dönüşmüştür.
 

Çünkü biri idam edilirken bu infaz sırasını bekleyen diğerine izletilmişti.
 

Ayrıca Deniz Gezmiş’in boyu uzun olduğundan, ayakları yere değmiş ve ölmesi 25 dakika sürmüştü.
 

Deniz Gezmiş’in gizli aşkı mı?

Hayri Cem’in T24’ deki köşe yazısında okudum. Deniz Gezmiş hakkında çıkan yeni bir haber tartışılmış. Aygün Kevrina isimli bir hanım “Sırlarım İpte Asılı Kaldı Balım” adlı bir kitap yazmış. Kitabın konusu, Aygün Hanım ile Deniz Gezmiş arasında yaşandığı iddia edilen bir aşk!
 

Hayri Cem yazısını şöyle sürdürüyor:
 

“68 kuşağının önderlerinden ve Deniz Gezmiş’in en yakın arkadaşlarından biri olan Mustafa Lütfü Kıyıcı ve eşi Hale ile görüştüm. Uzun yıllarını cezaevinde geçirmiş olan bu iki dostum, Aygün Kevrina’yı tanımadıklarını ve Deniz Gezmiş’in böyle bir ilişki yaşadığını bilmediklerini söylediler. O dönemde devrimcilerin gönül ilişkilerini yakın arkadaşlarıyla paylaşmaktan çekinmediklerini, Deniz böyle bir aşk yaşasaydı mutlaka kendileriyle paylaşacağını özellikle vurguladılar...
 

Bunun üzerine Deniz Gezmiş’in bir başka yakın arkadaşı olan Mustafa Zülkadiroğlu ile ve isimlerini paylaşma izni almadığım iki yakın arkadaşıyla daha görüştüm. Onlar da Mustafa Kıyıcı’nın söylediklerini doğrulayan ifadelerde bulundular.”
 

 Deniz Gezmiş ve arkadaşları için yazılan şiirlerin bazıları da bestelenmiştir.
 

Mahur Beste, Attilâ İlhan'ın Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını öğrendikten sonra yazmaya başladığı bir şiirdir.
 

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam edildiğini radyodan duyan Attilâ İlhan, şiiri Karşıyaka'dan İzmir'e geçmek için bindiği vapurda oluşturmaya başlamıştır.
 

Ahmet Kaya şiiri besteleyerek Nisan 1993'te çıkan Tedirgin albümünde söylemiştir.
 

MARE NOSTRUM ya da Bizim Deniz ise Can Yücel’in şiiridir:
 

En uzun koşuysa elbet Türkiye'de de devrim

O, onun en güzel yüz metresini koştu

En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...

En hızlısıydı hepimizin

En önce o göğüsledi ipi...

Acıyorsam sana anam avradım olsun

Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!
 

Bu şiirde sondan ikinci dizeyi de istemeyerek yazdığımı özellikle belirtmek isterim.