İskender ÖZSOY

Baharın geldiğini muştulayan Hıdırellez’i kutlama geleneğinin 

İstanbul’un yok olan geleneklerin biri olarak belleklerdeki yerini alalı çok oluyor.

Hızır ile İlyas peygamberler ölümsüzlük suyundan içmiş iki kardeş ya da dosttur ve her yılın 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecesi buluşup doğaya can vermek üzere sözleşmişlerdir.

Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak da anılan 6 Mayıs’ta onlar yeryüzünde buluştuklarında doğa canlanır, bereket kapıları açılır.

M I S I R C ISütlü Alibeyköy mısırları kaynamış alıcısını bekliyor. (Fotoğraf: Şenol Yılmaz Arşivi)
 

İşte bu inanış çerçevesinde bereketten pay alabilmek için İstanbul’da aileler Hıdırellez eğlenceleri düzenlerdi. 

Bu eğlencelerin düzenlendiği yerler, başta özellikle cumhuriyetten önce, Kağıthane (Kâhtane mesire-i dilârası) olmak üzere Sarıyer,  Çırpıcı; Anadolu yakasında da Tuzla’da Hacetderesi Küçüksu, Beykoz ve Alemdağ’dı.

O gün, o Hıdırellez sabahı geldiğinde İstanbul erkenden yollara dökülür, önceden belledikleri mesirelere giderler, kendilerine uygun bir köşeye yerleşirlerdi.

Vakti gelince yavaş yavaş kurulan sofraları hep birlikte söylenen şarkı ve türküler şenlendirirdi. 

Hıdırellez kutlamaları İstanbul’un kent belleğinden silinmeden çok önceleri bu kutlamalara zengin/fakir, gücü yettiğince katılırmış.

Sermet Mahtur Alus, Yedigün dergisinin 10 Mayıs 1938 tarihli 270’inci sayısında şunları yazmış: 

“Zengininden fakirine kadar bütün İstanbul halkı o gün kırlara, seyir yerlerine gitmeyi, kuzu yemeyi adet yerine koymuşlar. En cebi yufkalar bile, bir, bir buçuk okka kuzu ile birkaç marul alarak kale dışlarındaki çayırlara çıkarlardı.”
H A C E T D E R E S İAnadolu yakasının önemli mesirelerinden Tuzla’daki Hacetderesi. IRCICA arşivindeki bu fotoğraf 1919 yılında ölen ressam Hüseyin Zekai Paşa tarafından çekilmiş.
 

TUZLA’DA HIDIRELLEZ

İstanbul’un geçmişteki Hıdırellez sefası kısaca böyle.

Şimdi gelelim benim hatırladığım Hıdırellez eğlencelerine.

Ailemizin tercih ettiği yerler Tuzla’da Hacetderesi, Üsküdar’da Küçüksu mesiresiydi.

Adını içinden geçen dereden alan, bir de kutsal olduğuna inanılan pınarı olan Hacetderesi’ne gittiğimiz yıllarda anneannem, dedem, dayılarım, yengeler, onların çocuklarıyla annem ve babam bütün aile düşerdik yollara.

Günlerce önceden başlardı hazırlıklar. 

Göz açıp kapayıncaya kadar 6 Mayıs sabahı gelmiş, biz çocuklar biraz uykulu da olsak yollara koyulmuş olurduk kilimlerimizle, yemeklerimizle, ip ve toplarımızla.

Uykulu olurduk, çünkü bir gece önce de eğlenceler düzenlenir,  eğlenceler ateşten atlamayla sona ererdi. Biraz onun yorgunluğu olurdu üzerimizde. Uykulu uykulu at arabalarıyla, yol alırdık. Dakikalar dakikaları vurur, bir bakardık ağaçlar altındayız.

Bir de, bir gece önceden, Tuzla’nın delikanlılarıyla genç kızları dileklerini yazdıkları kağıtları, içine madeni para koyup kırmızı iplikle bağladıktan sonra gül diplerine bırakırlardı.

İşte  Hacetderesisi’ndeyiz.

Biz çocuklar oyuna başlarken aile büyükleri de sofrayı hazırlama telaşına düşerdi.

Üsküdar Üniversitesi 10. Bilim ve Fikir Festivali başlıyor! Üsküdar Üniversitesi 10. Bilim ve Fikir Festivali başlıyor!

Erkek çocuklar top oynarken kız çocukları da ip atlama, yakan top ve istop oynarlardı.

Ailemizin ve komşularımızın yaş almış kadınları sohbet ederlerken bir yandan da ya örgü örer ya da yemenilerine oya, boncuk işlerdi.

Bu arada adağı olanlar yavaştan yavaştan kurbanlarını keserken, evden getirilen kuru köfteler, zeytinyağlı dolmalarla sofralar hazırlanınırdı.

Maltız çoktan yatılmış olur, iç pilav ve börekler ısıtılmaya bırakılırdı.

Sazlı sözlü; davullu zurnalı eğlenceler de ihmal edilmezdi.
E Ğ L E N C E L E Rİstanbul’un Hıdırellez eğlenceleri bir zamanlar gazetelerde yer alırmış. İki ayrı tarihte Cumhuriyet gazetesinde iki haber. Soldakinin tarihi 7 Mayıs 1930, diğerinin 7 Mayıs 1932.
 

KÜÇÜKSU’DA HIDIRELLEZ

Üsküdar’da Hıdırellez eğlenceleri için tercih ettiğimiz yer Küçüksu mesiresiydi.

Komşularla konuşulur; gelip gelmeyecekler belirlenir ve sonra iş bölümü yapılırdı.

İş bölümü aslında mesirede yenecek yemeklerin yapılmasının bölüşümüydü.

Komşularımızdan saraylı Mahpeyker Hanım Teyze’nin  tercihi daima zeytinyağlı yaprak dolması, sigara böreği ve tarçınlı kurabiyeden yana olurdu. 

Küçüksu’ya varınca önce kilimler yayılır, üzerlerine beyaz örtüler serilirdi. Zamanı gelince yer sofrası hazırlanırdı ağırdan ağırdan.

Yemek vakti geldiğinde dualarla oturulurdu yer sofrasına, teşekkürlerle kalkılırdı.

Bu arada müzisyenler çalmaya başlamıştır.

Ortalık yavaş yavaş şenleniyor, Küçüksu mesiresinde coşku arttıkça artıyordu.

Küçüksu’nun olmazsa olmazı, sadece Hıdırellez’de değil, yaz aylarında da devamlı kaynayan mısır kazanlarıydı.

Kaşla göz arasında mısırlar kabuklarından ve püsküllerinden arındırılarak kazanlara yerleştirilmiş ve ocaklar ateşlenmiş olurdu.

Şimdi sıra sütlü mısırların pişmesindeydi.

Biz çocuklar zoraki öğle uykusunun mahmurluğunu üzerimizden attığımızda mısırlar haşlanmış olurdu.

O zaman kazanların başına gitmek gerek.

Biz de öyle yapardık.

Sütlü Alibeyköy mısırlarının tadına doyum olmazdı.

Ailelerimizin yanına döndüğümüzde ablalarımızın ip atlayıp istop oynadığını, ağabeylerimizin de aralarında maç yaptıklarını görür, doğrusu biraz imrenirdik.

Bizim mütevazı Hıdırellez eğlencelerinin yanı sıra bazı gruplar kuzu çevirir, ince sazla, davul zurnayla eğlencelerini sürdürürdü. 

Güneş devrilmeye başladığında annelerimizin seslenmesiyle herkes sevinirdi. Çünkü artık kurabiye yeme zamanı gelmiştir.

Limohu çaylar eşliğinde yenilen tarçınlı kurabiyeler aman Allah’ım ne güzeldi. 

Dönüş başlamadan önce çoluk çocuk şöyle bir dinlenir, sonra el birliğiyle etrafı temizlenir; zembiller, torbalar toplanır, çöpler mutlaka ayrı kesekağıtlarına konularak çöp tenekelerine atılırdı.

Küçüksu’yu nasıl bulmuşsak öyle sahibine geri verir ve güneş kaybolurken evlerimize dönerdik.