İnsanlar dış dünyaya karşı kendilerini savunma amacıyla korkusuz olduklarını iddia edebilirler. Cesur, atılgan, gözü kara kimliklere bürünebilirler. Ancak en cesur olduğunu savunan kişi bile tek kaldığı, kendi iç dünyasını dinlediği anlarda korkuları ile yüz yüze gelebilir. Bu korkular fiziksel ya da duygusal temalara sahip olabilirler. Ancak korkularımız bizi savunmasız, cesaretsiz ya da korkak yapar mı? Yoksa bizi besler, korur ve geliştirir mi? Hatta korkularımızı sevebilir onlarla mutlu mesut yaşayıp gider miyiz?

İnsanlar karşılaşmadığı müddetçe çoğu korkunun farkına bile varmaz. Ancak kaybetme, başaramama, hasta olma, ölüm gibi hissel korkular çoğu insanın ortak paydasıdır. Bazı insanlar sahip oldukları korkuları yönetemeyip onlara mahkum bir hayat sürerken, bazıları da bu korkuları şekillendirip dönüştürerek baş edebilir bir hale getirir. İnsanın büyük bir hayal ve hedef peşinde koşarken bir korkuya saplanıp kalması onu kısır döngüye sokar. Bu kısır döngüden çıkarak hayatın kontrolünü ele almak için de başlangıç olarak yüzleşmek gerekir. Korkunun temelinde yatan nedenin keşfi kişinin hayalini kurduğu hayata ulaşmasında da etkili olur. Yapılan en büyük hata ise korkuları yok saymaktır. İlerlemek ve hayata karşı gelişim göstermek için korkularla yüzleşme cesaretini göstermek gerekir.

Korkunun temelinin ne olduğunu, neden ve nasıl ortaya çıktığını bilmek, yıllar içinde yaşanılan süreçleri değerlendirmek ve hayatımıza etkilerini net bir şekilde ortaya koymak aslında korkularımızın bizi bir süre sonra ele geçirmesini engeller. Kendimize motivasyon noktaları belirlemek, korkularımızı gizlemek yerine bunları konuşabilir hale gelmek bizi bir süre sonra güçlendirmeye başlayacaktır.

Korkulardan kaçmak asla bir çare değildir, bunları aşabilmek sadece bizim elimizdedir.