Emile Zola’nın Thérèse Raquin 1867 yılında yayımlandığında edebiyat dünyasında ve toplumda büyük bir gürültü koparır.
Thérèse Raquin on dokuzuncu yüzyıl Paris’inin esnaflık ve küçük memurlukla geçinen sıradan insanları arasında yaşanan bir yasak aşkın ve cinayetin romanıdır.
Bu romanı nedeni ile hem Zola hem de romanı ahlaksızlıkla suçlanır.
Zola bu suçlamaları haksız bulur ve “Birtakım ahlaklı kişiler, kendileri kadar ahlaklı gazetelerde, yüzlerini buruşturarak, bu kitabı ateşe atmak üzere maşayla tuttular,” sözleriyle yanıtlar.
Zola ve romanı yalnız edebiyat eleştirmenleri tarafından değil ahlakçılar tarafından da şiddetle kınanır.
Zola ve romanına karşı yapılan eleştiri ve kınama nedenlerinden biri de romanda Seinne nehrinde evli olmayan bir kadınla bir erkeğin baş başa kayığa binmelerine yer verilmesidir.
1867 yılında bir kadının bir erkekle kayıkta baş başa kalmaları durumu hakkındaki eleştiri ve kınamalara benzer tartışmalar 2025 Türkiye’sinde de yapılmaktadır.
Yakın zamanda aralarında evlenme engeli olmayan bir erkek ve bir kadının baş başa kalması, sorunlarını paylaşmaları, dertleşmeleri, bir dostluğu sürdürmeleri zinaya giden bir yolun başlangıcı olarak sakıncalı görülmüştür.
Görüldüğü gibi Avrupa’da 1867 yılında tartışılıp geride bırakılan konular biz de güncelliğini koruyor.
Bir başka konuda aile yılında ailenin tanımıyla ilgilidir.
Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu'nun “Eğer çocuğunuz yoksa aile olamıyorsunuz, sadece karı koca oluyorsunuz” demesiyse tepkileri topladı. Bakana çocuk sahibi olamayan insanlar olduğu hatırlatıldı ve Memişoğlu bu sözleri nedeniyle eleştirildi.
İşte burada bir kez daha “Aile Arasında” isimli filmde, Fikret’in, Solmaz’a:
“Öyle sandığın kadar kolay değil aile kurmak. Ben yirmi bir yıl aile kurmak için çaba gösterdim kura bildim mi? Sen kura bildin mi, aile olmak için çaba gösterdin kura bildin mi? Yok öyle şarkıcıdan dışarıdan baba ile bu işler olmuyor, toplama aileyle olmuyor!” sözlerini düşünmemiz gerekiyor.
Sağlık Bakanına göre çocuksuz aileler aile değil yalnızca karı koca!
O halde bu ailelerde anneler-babalar günü gibi özel günlerde kutlanamaz!
Sarıyer’de avukat M. Umut Akarçay’ı tanıdım. Evliydi ve çocuğu yoktu. O insanın onlarca çocuğa nasıl yardımcı olduğunu, sabahlara kadar çalışıp onlara yemek hazırladığını, bazen de el ürünü hediyelikler yapıp satarak çocukların gereksinmelerini karşıladığının tanığıyız. Bu yüzden eşim ona kimsesizlerin kimsesi diye seslenirdi.
Ancak bu anneler yalnız kimsesiz çocukların annesi olmuyor, arkadaşımız H.G. Öztürk’ün Facebook sayfasında yazdığı gibi:
“Taşa, toprağa, kediye, papağana, sokaktaki köpeğe, güvercine, balığa, parasız öğrenciye, yetime, yolda kalmış garibana, mesleğe yeni başlayan gence” de anne oluyor.
Şimdi “Aile Yılında”yız ve “Anneler Günü” nü kutluyoruz!
Fakat anneler-kadınlar ve çocuklar sokaklarda, evlerde her yerde en sevdikleri, en yakınlarındaki kişiler tarafından şiddet veya cinayet kurbanı oluyorlar.
Yasal düzenlemeler için yeterli, iyi diyebilir ve şimdilik belki yürürlükte olanlarla yetinebiliriz.
Yakınmamız yasaların yaşama geçirilmemesi ve uygulama sorunları, cinsiyet eşitsizliği, eğitim vs.
Kadınlarımız-çocuklarımız kan dondurucu cinayetlerin kurbanı olurken, bir haber bülteninde sinek gibi öldürüldükleri benzetmesi yapıldı.
Birkaç gün önce Bahar Aksu Şişli’de boşandığı erkek Rüstem Elibol tarafından işbirliği yaptığı arkadaşları ile birlikte kaçırılmak istendi, başarılı olamayınca sokak ortasında öldürüldü.
Bir gün sonra Adana’da Neriman Onur, boşandığı erkek Mehmet Ali Nayki tarafından metro alt geçidinde öldürüldü.
İki çocuğunu öldüren bir adam,16 yıl sonra serbest kalıp protokolde bir parti genel başkanının yanına kadar sızdı ve onu tokatladı.
Bu durumlar, Türkiye'de adalet sisteminin çöküşü ve cezasızlığın kurumsallaşmasına gösterilecek birkaç örnek.
Muğla’da 16 Temmuz 2020’de diri diri yakılan ve üzerine beton dökülerek nehire atılan Pınar Gültekin davasında yerel mahkeme haksız tahrik hükümlerini uygulayarak sanığa 23 yıl ağır hapis cezası vermiş, ancak Bölge Adliye Mahkemesi haksız tahrik hükümlerinin uygulanamayacağı kanısı ile bu cezayı yaşam boyu olarak belirlemişti. Bu karara karşıda Yargıtay yoluna gidilince Yargıtay 1. Ceza Dairesinin üç üyesi, ‘Pınar Gültekin’ in canavarca hisle öldürülmemiştir derken katilinde haksız tahrik altında cinayeti işlediğine karar verdi.
Benim bir hukuk dosyasındaki kararım Yargıtayda iki oya karşılık 3 üyenin oyu ile bozulmuştu. Karar düzeltme aşamasında ise 3 üyenin biri kurula katılmamış, onun yerine oy kullanan üye ise azınlık 2 oya katılınca kararım onanmış ve kesinleşmişti.
Yıllardır yasaların yaşama geçirilmemesi ve uygulama sorunlarını çözmek için ciddi bir çalışma yapmadık.
Daha ne kadar bekleyeceğiz.!