Avrupa’nın uzun yıllar boyunca en büyük avantajı, ekonomik istikrar ve refah düzeyinin yüksekliği olmuştu. Ancak son birkaç yıldır tablo giderek değişiyor. Artan enerji fiyatları, gıda maliyetleri ve kira krizleri, sıradan vatandaşın hayatını derinden etkiliyor. Avrupa sokaklarında, bir zamanlar yalnızca gelişmekte olan ülkelerde görmeye alıştığımız “geçim sıkıntısı” artık günlük hayatın merkezinde. Bu durum, yalnızca ekonomi sayfalarında kalmıyor; siyasal düzeni de tehdit eden bir toplumsal dalgaya dönüşüyor.

Enflasyonun yükselmesi, maaşların erimesi demek. Bugün Fransa’da bir öğretmenin maaşı, Paris’te ortalama bir kirayı bile karşılamakta zorlanıyor. Almanya’da market fiyatları iki yıl öncesine göre katlandı. İtalya ve İspanya’da gençler, düşük ücretlerle yüksek kiralar arasında sıkışmış durumda. Bu tablo, Avrupa’nın sosyal dokusunu giderek zorluyor. Çünkü halkın beklentisi, kıta genelinde “istikrarlı yaşam” üzerine kuruluydu. O istikrar bozulduğunda, sabır taşı da çatlamaya başlıyor.

Son aylarda farklı Avrupa şehirlerinde yaşanan protestolar bunun işareti. Fransa’da enerji faturaları yüzünden sokaklara dökülen kalabalıklar, Almanya’da düşük ücretli çalışanların grevleri, Polonya’da hayat pahalılığına karşı yükselen sesler… Bunların hepsi, ekonomik sıkıntının toplumsal öfkeye dönüştüğünü gösteriyor. Şimdilik bu öfke örgütlü grevler ve barışçıl protestolarla ifade edilse de, ekonomik baskı arttıkça kontrol edilmesi zor kitlesel hareketlere dönüşme ihtimali hiç de uzak görünmüyor.

Avrupa hükümetleri enflasyonu dizginlemek için faiz artırımları ve sübvansiyonlarla çözüm arayışında. Ancak bu politikalar çoğu zaman kısa vadeli pansuman olmaktan öteye gidemiyor. Çünkü temel sorun, sistemin büyüme ile refah arasındaki dengeyi kuramaması. Yüksek enerji bağımlılığı, artan göçmen nüfusuna yönelik sosyal harcamalar ve jeopolitik krizler, halkın sırtına daha fazla yük bindiriyor.

Avrupa tarihinde en büyük toplumsal dönüşümler hep ekonomik krizlerle başlamıştı. Bugün de benzer bir eşikte olunduğunu söylemek abartı olmaz. Halkın sabrı azalırken, siyasetin çözüm üretme kapasitesi zayıflıyor. Bu ikili gerilim, radikal hareketlere alan açabilir. Hem sağ popülist partilerin yükselişi hem de sokak hareketlerinin sertleşmesi, kıtanın geleceğini şekillendirecek potansiyele sahip.

Kısacası, Avrupa’da yükselen enflasyon sadece mutfaktaki tencereyi kaynatmakla ilgili değil; demokrasinin, siyasal istikrarın ve sosyal barışın geleceğiyle doğrudan bağlantılı. Eğer çözüm bulunmazsa, kıtanın sokaklarında duyulan sessiz öfke, yarın gürültülü bir ayaklanmaya dönüşebilir.