17 Ekim 2025’te Galatasaray Üniversitesi’nde düzenlenen Uluslararası Kooperatifler Sempozyumu, aslında bir akademik toplantı değil, geleceğin ekonomi modeline dair güçlü bir tartışmaydı. Ticaret Bakanlığı’nın öncülüğünde,“2025 Uluslararası Kooperatifçilik Yılı” kapsamında gerçekleştirilen sempozyum, dayanışma ve birlikte üretmenin yeniden merkezî bir değer haline geldiğini gösterdi.

Bugün dünyada azalan nakit akışı, büyüyen gelir uçurumu ve artan sosyal adaletsizlikler karşısında “dayanışma ekonomisi” artık nostaljik bir kavram değil; yeni bir zorunluluk. Türkiye de bu dönüşümün dışında değil. 19 Eylül 2025’te Cumhurbaşkanlığı genelgesiyle yayımlanan “Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı (2025–2029)”, bu yönde önemli bir dönüm noktasını temsil ediyor.

Sempozyumda İstanbul Vali Yardımcısı Elif Canan Tuncer, gelir adaletinin, çevre duyarlılığının ve insani standartların güçlenmesi için kooperatiflerin oynayabileceği role dikkat çekti. Başarısız örneklerin yarattığı çekincelere rağmen, farkındalık çalışmaları ve devlet desteğiyle başarılı modellerin çoğalacağına dair inancını paylaştı. Özellikle bu alanda sivil toplumun katkısının hayati olduğunun altını çizdi.

Ticaret Bakanlığı Esnaf, Sanatkârlar ve Kooperatifçilik Genel Müdürü Taha Enes Şener, konuşmasında ahilik ve imece kültürünü bugüne taşıyan bir perspektif sundu:
“Ahilik güvenin, dürüstlüğün adıdır; imece omuz omuza olmanın. Bu iki kültür, bugünün vizyonunu oluşturuyor.”
Bu yaklaşım, ekonomik bir modelin ötesinde, toplumsal bir değerler sistemini yeniden hatırlatıyor. Şener’in vurguladığı gibi, kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi, şeffaf ve adil yapıların inşa edilmesi artık yalnızca bir hedef değil, bir gereklilik.

Uluslararası Kooperatifler Birliği’nden (ICA) Hagen Henry ve Santosh Kumar, farklı ülkelerde kooperatif hukukunun çeşitlilik ve sosyal adaletle nasıl ilişkilendiğini tartıştı.
Henry, “Her ülke kendi kültürüne uygun yasal çerçeveler geliştirmeli; ama ortak hedef sosyal adalet olmalı,” derken; Kumar, mevzuatların devlet dayatmasıyla değil, ilkeler üzerinden destekleyici biçimde inşa edilmesi gerektiğini vurguladı.

Avrupa Kooperatifler Birliği Başkanı Giuseppe Guerrini ise, kapitalizmin kazanan–kaybeden denklemine karşı, “Herkesin birlikte kazanabileceği bir sistem kurmak istiyoruz,” dedi. Bu söz, sempozyumun özetiydi adeta:
Kooperatifler sadece ekonomik bir araç değil, adalet temelli bir yeniden inşa modeli.

Ticaret Bakanlığı Daire Başkanı Gülsüm Gözde Ayanoğlu ile sempozyum arasında konuştuğumuzda, dokuz ayda 750 bin kişiye ulaşılan farkındalık çalışmalarının yıl sonuna kadar iki milyona çıkarılmasının hedeflendiğini belirtti. Üniversitelerde başlatılan “kampüs kooperatifçiliği” girişimleri, sosyal kooperatif eğitimleri ve mevzuat iyileştirmeleriyle, Türkiye bu konuda güçlü bir ivme yakalamış durumda. Bu çalışmaların arka planında, yalnızca ekonomik dönüşüm değil; kolektif bilinçlenme ve toplumsal yenilenme arzusu var.

Sempozyuma, Türkiye’den başarılı sosyal kooperatif örnekleri olan İhtiyaç Haritası ve İNOGAR da katıldı. İhtiyaç Haritası Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ercan Özgür ve İNOGAR Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Sarıca’nın temsil ettiği bu yapılar, sosyal kooperatifçiliğin Türkiye’de yaygınlaşması, mevzuat çalışmalarına sağladıkları katkılar ve alandaki iş birlikleriyle önemli birer referans noktası olarak öne çıkıyor. Katılımları, Türkiye’deki sosyal kooperatif hareketinin olgunlaşması açısından değerli bir simge.

Dahası, İhtiyaç Haritası 2021 yılında Avrupa’da ‘Sosyal İnovasyon’ kategorisinde düzenlenen Avrupa Sosyal Ekonomi Ödülleri’nde birincilik almış; bu da Türkiye’deki sosyal kooperatiflerin sadece yerel düzeyde değil, uluslararası düzeyde de etkisi ve niteliği tanınan bir yapı olduğunu gösteriyor.

Tüm bu başlıklar, ortak bir gerçeği ortaya koyuyor:

Kooperatifler, artık geçmişe ait bir model değil, geleceğe dair bir çözüm yolu.

Geleneksel sivil toplum örgütleri açısından günümüzde bağışlar azalmakta ve fonlar daralmaktadır. Bu konjonktürde yapısı itibarıyla sosyal kooperatifler ve sosyal girişimler, ticari faaliyetleri ve dayanışma ekonomisini bir araya getirerek, sivil ve sosyal kurumsal organizasyonlar için yeni bir model sunuyor.

Bu görüş, sempozyumda dile getirilen ‘kurumsal kapasite – mevzuat – farkındalık’ üçlü ekseniyle de örtüşüyor.

Dünyada azalan nakit akışı, gelir adaletsizliği ve çoklu krizler sistemsel olarak büyük bir ihtiyacı görünür kılıyor.

Özü gereği bu ihtiyacı karşılayacak en güçlü yapı, kooperatiflerdir — özellikle de sosyal kooperatifler.

Sosyal kooperatifler, yarattıkları sosyal etkiyle sadece ekonomik değil, etik bir dönüşümü de mümkün kılabilir. Toplumun yeniden örgütlenmesinde, yerelden ulusala dayanışma ağlarının kurulmasında ve insani standartların güçlenmesinde en etkili yapı olma potansiyeline sahipler.

Bugün artık mesele sadece üretmek değil, birlikte üretirken adaleti, güveni ve sürdürülebilirliği koruyabilmek.

Ve tam da bu nedenle, sosyal kooperatifler sadece ekonomik değil, toplumsal direncinin de taşıyıcısı olabilir.

Türkiye, kendi kültürel kodlarından gelen imece ve ahilik mirasıyla, bu dönüşümün öncülerinden biri olma şansına sahip.

Bu kez mesele, sadece ekonomiyi değil, vicdanı da yeniden inşa etmek.