Küreselleşen dünyada teknolojide yaşanan gelişmeler, yapay zeka ve robotlaşma ile taçlanan dijital yaşam, az ya da çok bütün ülkeleri etkileyip, bir taraftan yenileşmenin gelişmesine diğer taraftan toplumsal sarsıntılara neden oluyor. Ancak kendi çıkarlarından başka hiçbir şeye önem vermeyen ve sayılarının 250 civarında olduğu öne sürülen bir avuç uluslararası şirket, dijitalleşme sürecinde ortaya çıkan ekonomik ve sosyal sarsıntılardan dahil olmak üzere yarar sağlamak peşinde koşuyor.

Böylesine bir süreçte, her ülkenin ulusal sermayesi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmektedir. Ülkelerin adları ve yapıları değişse de, sahnelenen oyunun senaryosu hemen hemen aynı; Önce 'özelleştirme' adı altında, devletlerin sahip olduğu değerler el değiştiriyor. Ardından bu değerleri devralan yerli şirketler, yabancı şirketlerle nikah masasına oturuyor. Yabancı ortak, süreç içinde payını bazen yüzde 100'e kadar yükselterek, sermayenin tek egemeni haline geliyor.

Ulusal sermayenin el değiştirmesine koşut olarak yaşanan 'değerlerin erozyona uğraması' olgusunu, ülkemizdeki gelişmelerde de görüyoruz. Mafya ve çeteler, bir yandan siyasi güce sahip kişilerle bütünleşmeye uğraşırken, diğer yandan da devlet yönetiminde yandaşlar edinerek, neredeyse devletin yaşamı dengeleyen tüm üretim araçlarını önce ele geçiriyor. Bu yapılanmanın sahipleri sonra birilerine büyük karlar elde ederek devredip önemli miktarda servet kazanıyorlar.

Böyle bir ortamda uluslararası sermaye ise, 'dumanlı havayı seven kurt' örneğindeki gibi; mutlak egemenliğini tesis etmek için stratejiler geliştiriyor.

Bugünlerde şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin gündeme gelmesi yukarıda anlattığımız egemenlik sürecine örnek bir senaryonun fiilen sahneye konulmasıdır. Başka bir değişle şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle şeker pancarının toplumun üzerindeki sosyo-ekonomik ve sosyo-psikolojik olumlu etkisi yok ediliyor. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi burada yazdıklarımız dikkate alınarak durdurulmalıdır.