Türkiye'deki üniversiteye giriş sistemi, her yıl yüz binlerce öğrencinin geleceğini belirliyor. Ancak bu sistemin kalbinde yer alan bir unsur, adaletsizliği derinleştiriyor: Okul notlarının YKS puanına etkisi. Aynı seviyeden başlayan öğrencilerin, yalnızca okul türüne ve not politikalarına göre binlerce sıra geriye düşmesi, görmezden gelinemeyecek bir eşitsizlik yaratıyor. Satılık diploma haberlerinin sekiz sütuna manşet olduğu günümüzde ister istemez şu soru akıllara geliyor: “Diploma satın almanın başkaca da ahlaksız bir yolu var mıdır?” ya da “Parayla diploma satanlara ne demeli?”

Elimize ulaşan üç farklı öğrencinin verileri çarpıcı bir tabloyu gözler önüne seriyor. Üç öğrenci de ortaokuldan mezun olduklarında %8–9’luk başarı diliminde. Bu öğrencilerden %8’lik dilimde olan bir Devlet Anadolu lisesine yerleşmiş; % 8ve % 9’luk dilimde olan diğer ikisi ise sınavsız öğrenci alan bir özel liseyi tercih etmişler. Ancak Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) sonuçlarına göre bu özel lise öğrencileri 60.000-70.000 bandına yerleşirken, devlet lisesinde okuyan öğrenci, diğer iki öğrenci ile hemen hemen aynı netlere sahip olmasına mukabil (hatta bazı derslerde daha da iyi durumda) maalesef 88.000’nci sırada kalmış.

İşin dikkat çekici yanı işte tam da bu: Devlet okuluna giden öğrenci, ortaokul giriş sınavında daha yüksek puan almış olmasına rağmen gittikleri özel liselerin şişirilmiş notları ile bu okulda okuyan diğer iki öğrenci üniversiteye giriş sıralamalarını açık şekilde yukarı çekmiş görünüyor. Tabi bu ithamın tüm özel okullara ilişkin olmadığını ve işini doğru yapan (Sanırım onların ismini saymaya gerek yok) onlarca özel okulların da var olduğunu belirtmeden geçmemek gerekir.

Bu tablo, bize eğitim-öğretimdeki not politikalarımızı ve bunun üniversiteye girişteki etkilerini bir kez daha gözden geçirmemiz gerektiğini ayan beyan ortaya koyuyor. Öte yandan bu olayın iki temel sonucu var. Birincisi ölçme değerlendirme ilkeleri açısından diğeri ise ahlaki değerler açısından: Bu örnek olayda, ölçme ve değerlendirme açısından geçerlik ve adalet ilkelerinin açık bir ihlali söz konusu. Ölçme aracının amacı dışına çıkması geçerliliğe ilişkin ve tüm öğrenciler için eşit şartların sağlanmaması da adalete ilişkin üniversiteye giriş sisteminde ciddi bir ölçme-değerlendirme problemi olduğunu ortaya koymaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın uyguladığı sistemde, Ortaöğretim Başarı Puanı (OBP) öğrencinin sınav puanına doğrudan ekleniyor. 100 üzerinden verilen bu notlar, öğrencinin okulundaki performansına göre belirleniyor. Ancak burada ciddi bir sorun var: Devlet okullarında öğretmenler not verirken daha titiz ve objektif davranırken bazı özel okullar ise öğrenci ve veli memnuniyeti, tanıtım kaygısı ve üniversite başarısı göstergeleri nedeniyle öğrencilere ortalamadan yüksek notlar veriyor. Bu, bir yandan bizi gerçek başarıyı ölçmekten uzaklaştırırken diğer yandan kâğıt üzerinde sahte eşitliklerin oluşmasına da yol açmaktadır

İkinci ve işin daha vahim sonucu ise ahlaki erozyondur. Milli Eğitimin de istemeden bir nevi çanak tuttuğu bu durum; geçerlik ve adalet duygusunu ortadan kaldırmakla kalmıyor toplumun ve bireyin ahlak duygusunu da adeta hükümsüz hale getiriyor. Zira bu suni balonun aslında bal gibi farkında olan bazı özel okulların öğrencileri de velileri de -işlerine öyle geldiğinden olsa gerek- bu hayâsızlığı ayakta alkışlıyor. Tam bir ahlak erozyonu! Oysa dürüstlüğün, doğruluğun mumla arandığı günümüzde kananlara ve kandıranlara aynada bir daha bakmak lazım. Koca Yunus’un dediği gibi:

Cümleler doğrudur sen doğru isen,

Doğruluk bulunmaz sen eğri isen.

Aslına bakarsanız benzer tartışmalar bizim gibi başka birçok ülkede de yaşanıyor ama bazı ülkeler bu soruna çözüm üretmiş durumda.

Söz gelimi Finlandiya gibi bazı ülkelerde lise notları üniversiteye girişte etkili değildir. Merkezi sınav sistemiyle öğrenci seçilir, notlar yalnızca mezuniyet için kullanılır.

ABD’de lise notları etkili olsa da üniversiteler, başvuruları değerlendirirken SAT/ACT sınav skorlarını, referans mektuplarını ve öğrencinin kişisel gelişimini ortaya koyan objektif portfolyoları birlikte değerlendirir. Bu çeşitlilik, sadece not üzerinden oluşabilecek adaletsizliği büyük oranda azaltır.

Hollanda ve Fransa gibi bazı ülkelerin sistemlerinde, üniversite eğitimi için lise türüne göre yönlendirme vardır; ancak bu yönlendirme, objektif testler ve öğretmen gözlemiyle yapılır, not şişirme sistemin tamamen dışına itilmiştir.

Ve eşitsizliğin sonuçları:

Bu "gizli not enflasyonu" yalnızca bireysel başarıları gölgelemekle kalmıyor;

• Devlet okulundaki nitelikli öğrencileri cezalandırıyor,

• Akademik dürüstlükle çalışan öğretmenleri baskı altına alıyor, aksi durumda ise onları toplumsal bir ahlaksızlığın bireysel ortakları haline getiriyor.

• Eğitim üzerinden sınıfsal ayrışmayı daha da derinleştiriyor.

Sonuç olarak, Türkiye'de üniversiteye girişte kullanılan OBP sisteminin acil bir şekilde revize edilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.

• OBP etkisi sınırlandırılmalı ya da kaldırılmalı,

• Okulların notlandırma sistemleri dış denetime açılmalı,

• Notlar yerine daha objektif ve merkezi ölçme sistemleri esas alınmalıdır.

Unutulmamalıdır ki gerçek başarı, adil ölçümle mümkündür.

Aksi takdirde, sessiz ama derin bir adaletsizlik, her yıl binlerce gencin kaderini biçimlendirmeye devam edecek.

Son söz notları şişiren özel okulların velilerine ve öğrencilerine:

Bazılarınca “Şişirilmiş notlarla elde edilen diploma ile (bir nevi sahte diploma sayılır) işe girmek kul hakkıdır ve haramdır ama girdikten sonra harcanan mesai nedeniyle kazancı helaldir” dense de “Bu dünyada ölüm var!”. Öldüğümüzde ruhlarımızın gittiği yerde ise sahte diplomalara, içi boş sertifikalara değil ak alınlara ihtiyacımız olacak. 1804’te ölen Kant’ın mezar taşındaki şu yazı, bu gerçeği yüzümüze olanca soğukluğuyla çarpıyor:

“İki şey var ki, ruhumu hep yeni, hep artan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor: üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve vicdanımdaki ahlak yasası.”

İmmanuel Kant