Türk toplumunda misafirlik, sadece kapıyı çalıp içeri girmek değildir; bir niyetin, bir gönlün ve bir bağın ifadesidir. Misafir, “Tanrı misafiri” sayılır; ev sahibi ise imkânı ölçüsünde değil, gönlü ölçüsünde ağırlar. Sofrada az olan çoğalır, yorgunluklar ertelenir, zaman biraz yavaşlar. Misafirlik, bireysel değil kolektif bir hafızanın parçasıdır.

Bu kültür, uzun yıllar boyunca toplumsal dayanışmanın görünmeyen omurgası oldu. Komşuluk ilişkilerini canlı tuttu, akrabalığı formaliteden çıkarıp gerçek bir bağa dönüştürdü. Misafirliğe gidilen evde sadece çay içilmezdi; dertler paylaşılır, sevinçler çoğalır, yalnızlık fark edilirdi. Bir evde ışık yanıyorsa, orada hayat vardı. Ancak bugün bu kültür, sessizce geri çekiliyor. Şehirleşme, apartman yaşamı, hızlanan iş temposu ve bireyselleşme, misafirliği “zahmetli” bir eyleme dönüştürdü. Önceden “geliriz” denirken, şimdi “önceden haber ver” şartı koyuluyor. Plansız gelen misafir şaşkınlık yaratıyor, hatta rahatsızlık sebebi sayılıyor. Evler büyüdü belki ama kapılar daraldı.

Bu değişimin arkasında sadece zamansızlık yok. Tüketim kültürü, misafir ağırlamayı bir gösteriye dönüştürdü. Sunulan ikramın sadeliği değil, masanın kusursuzluğu önemsenir oldu. Ev sahibi yorulmak istemiyor, misafir “yük olmak” korkusuyla gelmiyor. Böylece herkes birbirini düşünürken, kimse kimseyle görüşemez hâle geliyor.

Misafirlik kültürünün azalması, görünenden daha derin sonuçlar doğuruyor. İnsanlar yalnızlaşıyor, ilişkiler yüzeyselleşiyor. Dijital mesajlarla hâl hatır soruluyor ama bir fincan çayın etrafında kurulan samimiyet kayboluyor. Toplumsal bağlar zayıfladıkça, empati azalıyor; insanlar birbirinin hayatına sadece uzaktan tanık oluyor.

Oysa misafirlik, bir toplumun ruh sağlığını koruyan sosyal bir reflekstir. Bir kapının çalınması, “yalnız değilsin” demenin en sade hâlidir. Bu kültür kayboldukça, birey güçlenmiyor; aksine daha kırılgan hâle geliyor. Çünkü insan, sadece kendi evinde değil, başkasının sofrasında da insandır. Belki de yeniden hatırlamamız gereken şey şudur: Misafirlik mükemmel evlerde değil, samimi kalplerde yaşar. İkramın bolluğu değil, niyetin sıcaklığı kıymetlidir. Kapılarımızı yeniden aralamak, sadece misafirleri değil; unuttuğumuz değerleri de içeri davet etmek demektir.