Sana en çok mavi yakışırdı. Bilir miydin? Sen maviydin, gökyüzüydün. Sana bulutsuz bakmak bin nimet gibiydi. Bilirdim mavinin her tonu okyanusları dile getirirdi. Bunu başarırdın. Mavi kokardın. Her tonun ayrı güzeldi. Her şeyin, sesin, duruşun gülüşün, bakışın masmavi bir okyanustu. Tüm bu hisler sen maviyken güzeldi. Saçlarının ardından gökyüzünü izlerdim. Okyanus gözlerine dalar sesinden içerdim. Beni bir çırpıda boğardı gözlerin. Ölürdüm. Sesin kulağıma fısıldardı ve ben hayat bulurdum.

İç gıdıklayıcı sesini severdim. Akşam üzeri mavisi derdim. Yanımda olduğunda gökyüzüne bakmama gerek kalmazdı. Kalmazdı ya çünkü gökyüzüm sendin, bunu bilerek yaşamak, her gün daha tatmin edici gelirdi. Mavilerin vardı. Beni azarlayışın, beni öpüşün, beni sevişin her şey maviydi. Hep yüzerdim maviliklerinin kıyılarında. Bir gün boğulacaktım bilirdim, ama sen bile bile beni en derinine çekiyordun. Bense bir deniz kızı gibi maviliğine aşıktım.

Halbuki beni bulutlara benzetirdin. Onlar kadar şeffaf ve gökyüzüne özgürlük süsü veren. Gökyüzü düş kokuyordu, sen düş kokuyordun, uçurtmalar düş kokuyordu, kuşlar düş kokuyordu ve biz sarhoştuk. Ve biz birbirimize sığınan mavi ile beyazdık. Ve birbirimize gökyüzünde sayısızca uçurtma olan bir günde veda etmiştik. Düşlerimizi göğe salmış kendimizi rüzgara kaptırmıştık. Masmavi doğmuştun geceme, masmavi batıp gittin. Yine de seninle gökyüzünde sayısızca uçurtma olan bir günde ayrılmak istemezdim. Çünkü her kuş, her çiçek, her bulut, her uçurtma bizim ayrı bir düşümüzdü. Onlarla beslenir, düşlerimizi mavinin kollarında yaşatırdık. Senin kollarında.. mavinin her tonunda...

Ah aklım almıyor, neden bu kadar maviydin ki sanki?