Tiyatronun en güçlü yanı, toplumun acı gerçeklerini sahneye taşıyabilmesidir. Erdinç Aydın’ın yazdığı, Mustafa Çavuş’un yönettiği ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla sahnelenen “KİR”, tam da bu misyonla izleyicisinin karşısına çıkıyor. 17 Mayıs 2025’te Yenişehir Belediyesi Akademi Sahnesi’nde tiyatro sezonunu kapatan eser, sadece bireysel travmaları değil, kadının toplum içindeki konumunu da derin bir sorguya açıyor.

Hikâyenin merkezinde yer alan Dilan, 20 yaşında, hayalleri ve duyguları olan genç bir kadın. Ama toplum gözünde o, sadece bir "erkek çocuk doğurma" potansiyeline sahip bir üçüncü eş. İbrahim Ağa’nın erkek evlat takıntısı, kadının bir birey olarak değil, bir araç olarak görülmesinin çarpıcı bir örneği. Dilan’ın kendi iradesiyle sevdiği Yusuf’la kaçması ise, erkek egemen düzenin temelini sarsıyor. Kaçış bir aşk hikâyesi değil, bedenine ve hayatına sahip çıkma mücadelesidir.

Oyun boyunca sahnelenen baskın, aslında bir "namus temizleme" operasyonu değil, kadının kendi iradesiyle aldığı karara yöneltilmiş bir şiddet seansıdır. Çünkü toplumsal düzende erkekler adına kirlenen şey, kadının özgürlüğüdür. İbrahim’in Dilan’a doğrulttuğu silah, sadece bireysel öfkenin değil, bin yıllık bir sistemin simgesel şiddetidir. Ancak tetiğin çekilememesi, bu düzenin mutlak olmadığını, değişimin mümkün olduğunu işaret eder.

Dilan’ın kırmızı elbisesi, sahnede sessiz ama çok güçlü bir direnişe dönüşüyor. O renk, bir kadının aşkını, cesaretini, hayata sahip çıkışını ve taşıdığı yeni yaşamı temsil ediyor. Dilan’ın hamileliği, sadece biyolojik değil, toplumsal olarak da bir yeniden doğuşa işaret ediyor: Kadının sesinin duyulduğu, bedeninin kendi iradesine ait olduğu bir geleceğe…

Şükran karakteri de bu düzende kadının maruz kaldığı çifte standardın bir başka yansıması. Kocasından çocuk doğuramadığı için dışlanan, fiziksel olarak sakat bırakılan ve yine de sesi duyulmayan bir kadın. Onun topal bacağı, toplumun kadın üzerindeki fiziksel ve duygusal tahribatının simgesi haline geliyor.

Oyunda erkek karakterler de dönüşüm geçiriyor. İsmail’in iç çatışmaları, Don Kişot hayranlığı ve tahta bebeğiyle kurduğu bağ, aslında erkekliğin tek boyutlu olmadığını, duyguların bastırılmadığında başka bir dilin mümkün olduğunu gösteriyor. Fakat “KİR”, erkeğin değişimi için önce kadının sesinin duyulması gerektiğini de vurguluyor.

“KİR”, sadece bireylerin değil, tüm bir toplumun kadın üzerinden kurduğu ikiyüzlülüğü sorguluyor. Namus, aile, gelenek gibi kavramların arkasına saklanan şiddeti ifşa ediyor. Ve soruyor:

“Toplumda gerçek değişim, kadının özgürlüğü olmadan mümkün mü?”

Bu yönüyle “KİR”, yalnızca sahnede değil, zihnimizde de yer eden güçlü bir yüzleşme metnine dönüşüyor. Dilan’ın direnişi, Şükran’ın suskunluğu, seyircinin vicdanına kazınıyor. Kadının yalnızca anlatılan değil, kendi hikâyesini yazan bir özne olduğunu hatırlatan “KİR”, izleyicisini yalnızca düşündürmüyor, dönüştürüyor da.

Sanat ve sevgiyle kalın