[email protected]

İlk olarak Romalı şair Plautus'un Asinaria'sında kullandığı ''Homo homini lupus'' (İnsan insanın kurdudur) ifadesi zaman içerisinde İngiliz filozof Thomas Hobbes'la özdeşleşmiştir. Hobbes'un siyaset felsefesi bağlamında kullandığı bu ifade, basitçe, insanın saldırgan arkaik içgüdülerinin, her fırsatta diğerinin boğazına yapışacağını ileri sürer. Yine Hobbes'a göre, özünde bencil ve saldırgan olan insan, ancak devletin sağladığı sosyal bir konsensüsta yaşamını sürdürebilir.

Son birkaç gündür devam eden ve yan haklar dahil en düşük işçi ücretinin 4600 lira olmasıyla sonlanan Maltepe Belediyesi temizlik işçilerinin grevine verilen tepkiler gözden geçirildiğinde, hem kültürel, hem siyasi hem de ekonomik olarak belli basit kavramlara dahi ne denli yabancı olduğumuz ortaya çıktı. Öyle ki, 5 bin lira maaş talep eden temizlik işçilerinin ''şımarıklığı'' ve ''hadsizliğine'' en yoğun tepkiler elleri kirlenmediği için işçi olduğunun farkında olmayan beyaz yakalılardan ve yakın gelecekte varlıklarını fazlaca göreceğimiz ''prekarya'' sınıfından geldi.

''Yeni sınıf'' prekarya nedir?

Soğuk savaş yıllarında örgütlenmeye başlayan işçi sınıfı ve sosyalizm tehdidinden endişe eden Batı, sendikal hakları kabul etmek durumunda kalmıştı. Kırmızı Bayrak altında birleşmesinden korkulan işçilerin insani haklarının ABD ve AB tarafından iyileştirilmesi ironik bir şekilde buna bağlıdır. Ne var ki SSCB'nin dağılmasından sonra kapitalist sistemin alternatifi ve Nemesis'i (düşmanı) kalmadığı için, dünya genelindeki işçi hakları da sermaye patronlarının inisiyatifinde kaldı.

Prekarya, ''güvencesiz'' anlamına gelen ''precarious'' ile 'proletarya' anlamına gelen ''proletariat'' kelimelerinden türetilmiş bir terim.

Guy Standing, prekaryayı ''İş gücü-piyasa esnekliğinin artmasından dolayı oluşan istikrarsızlıkların işçiler üzerine yıkılması ardından oluşan sınıf'' olarak tanımlar.

Genellikle geçici işlerde çalışan, iş güvencesi ve hakları olmayan; barista, garson, grafik tasarımcısı, düşük rütbeli beyaz yakalı, güvenlik görevlisi, çağrı merkezi çalışanı ve niceleri…

Kabaca, korunmasız işçi ve işsizlerin oluşturduğu, ''düzenli olarak düzensiz işlerde'' çalışan neo-liberal sistemin kayıp çocukları şeklinde özetlenebilir. Guy Standing'in ''Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf'' kitabını ve prekarya kavramını başka bir yazıda detaylandıracağım.

Kukla ve Efendi

21. yüzyılın başında, globalizmin doğurduğu finansallaşmış kapitalizmin refah sağlayacağı inancı özellikle liberaller tarafından desteklenmiş ve öngörülmüştü. Öyle ki, küresel sermayenin her yere nüfuz ettiği gerçeklikte sınıf savaşının bittiği yanılsaması kullanılan tezlerden yalnızca biriydi.

Nitekim sistemin yaratıcılarına ve savunucularına, 2008-2012 Küresel Ekonomik Kriz'i ve sonrasındaki krizlerde (Kovid salgını dahil) varlığından emin oldukları ütopik ekonomik düzenin nasıl distopyaya dönüştüğü hususunda bir hesap da sorulmadı. Aksine, kriz ve iflasların neden olduğu devasa büyüklükteki ekonomik kayıplar işçi sınıfının omuzlarına sorumsuzca yüklendi.

Dolayısıyla, insanların insani hak arama eylemlerine dahi verdiği acımasız tepkilerin altında yarım asırdan fazla zamandır ilmek ilmek dokunan kusurlu sistemin yansımalarını bulabiliriz.

Bunun yanında, Batı'dan ithal neo-liberal politikaları uygulayan Doğulu ülkeler, kapitalizmin agresif ve mutlak kar odaklı yapısını benimserken çok sesli demokrasi, insan hakları, sendika yapılanmaları, ifade ve basın özgürlüğü gibi ''nüans''ları reddetmekte herhangi bir beis görmüyorlar.

İnsanların, temizlik işçilerinin grevine ve zam taleplerine verdiği ''şımarıklık'' , ''hadsizlik'' vb. tepkilerini bu konjonktürde incelediğimizde bu cahilce yorumların nedeni biraz daha anlaşılır olabilir. Belki de insanın saf kötü tarafını reddetme romantikliği hatasına düşüyor olabilirim, bilmiyorum.

Tutarsızlık mı, art niyet mi?

''Belediyeler ucuza ekmek satarak serbest piyasaya müdahale ediyor'' diyen liberaller, aynı tutumu işçilerin zam taleplerine eklemlemekte geç kalmadılar. Lakin ilginçtir, ''piyasanın görünmez eli''ne müdahaleyi 7 büyük günahın en fecisi sayanlar, konu peşkeş çekilen binlerce ihaleye, bir imzayla silinen milyarlarca dolarlık vergi borçlarına gelince üç maymunu oynamaya devam ediyorlar.

Bunun yanında, ''Biz (öğretmenler, mühendisler, beyaz yakalılar, üniversite mezunlar vd.) o kadar maaş almazken işçiler 5 bin lira istiyor'' diyerek grevin meşruluğunu göremeyenler ''Yanımdaki benden vasıfsız kölenin boğazındaki zincir niçin benimkinden daha bol?'' diye sormakta bir sorun göremiyorlar. Afrika'dan getirilip zincire vurulan köleler en azından köle olduklarının farkındaydı. Şu an bu bilinç dahi söz konusu değil.

400-500 dolar aylıkla hayatını idame ettirmeye çalışan prekarya sınıfı, atadan babadan bağ bahçe kalırsa satıp borç harçla belki bir ev alabilecek, 17-18 yaşındaki gencin yazın kazandığı harçlıklarla aldığı 7-8 bin dolar, avroluk bir araba için senelerce kredi ödeyecek, yaşlanınca da yaşıtları dünyayı gezerken torunlarına bakarak ölüp gidecek milyonlar, temizlik işçileri bin lira fazla maaş istiyor diye sinirden deliye dönüyor.

Yüzleşmekle yükümlü olduğumuz gerçeklik budur. İnsani yaşam talebi ve hakkı bir hülya değil, uğruna savaşılması gereken yegane hedef olmalıdır. Bu hakların tarihin hiçbir döneminde halklara altın tepside sunulmadığını hatırlamak gerek.

İmparator Hadrianus'un kölelik hakkındaki görüşlerinin güncelliğini koruması ilginçtir. ''... Dünyadaki hiçbir felsefenin köleliliği kaldırmayı başaracağını sanmıyorum. En fazla adı değişecektir. Bizimkinden (Roma İmparatorluğu) çok daha kötü kölelik biçimleri düşünebiliyorum; insanları aptala çevirip durumlarından hoşnut, en söz dinler oldukları zaman kendilerini özgür sandıkları makinelere dönüştüren, ya da insan için gerekli zevk ve rahatlıkları yok edip barbar ırkların savaş tutkusunu andıran şiddetli çatışma tutkusunu geliştiren daha sinsi kölelik biçimleri vardır. İnsanın kafasını ve düşünme yetisini böylesine zincire vuranlardansa bizim açık köleliğimizi yeğlerim. Ne olursa olsun, bir insanı başka bir insanın insafına bırakan bu korkunç durum, yasalarla dikkatlice düzenlenmelidir. Bir kölenin kurmuş olduğu aile bağları dikkate alınmaksızın, adsız bir mal gibi satılmasını ya da bir yargıcın yeminli savunmasını almadan bir köleye alçak bir nesneymişcesine işkence yapılmasını engelledim…'' (1)

Dahası, grevlerin CHP'li belediyelerde yaşanması birçok ''kaygılı modern''in komplovari fikirlerinin oluşmasına neden oldu. Nitekim bazılarına göre işçilerin bu eylemi aslında kaybetmeye başlamış iktidarın ekmeğine yağ sürüyor, hatta işçiler kullanılıyordu. CHP'li muhalifler, işçileri AKP'nin ekmeğine yağ sürmekle itham etti.

Peki sormazlar mı, işçiler yoksulluk sınırının neredeyse yarı ücreti talep ederken iktidarın ekmeğine yağ sürüyor da, Yenikapı mitinginde, Meclis'te ortak atılan imzalarda ve fezlekelerde, Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adaylığında, 20 yıldır doğru düzgün varlık gösteremeyen ana muhalefet partisi sürmüyor mu? Bu noktada nuhalefetin son 20 yıldaki tek başarısının 2019 seçimlerinde, ağır bir ekonomik kriz ''sayesinde'' ve HDP'nin büyük şehirlerde aday göstermemesi nedeniyle kazandığını hatırlatmakta fayda var.

Gerçi İhsanoğlu adaylığı tartışması sürdüğü vakitlerde Kılıçdaroğlu'nun, ''Tıpış tıpış sandığa gideceksiniz'' sözlerine dahi cılız bir tepki veremeyen seçmenlerlerin işçi hakları ve grevleri meselesinde sağlıklı bir muhakeme yeteneği olmasını beklemek abesle iştigal...

Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 20 yıllık dominasyonu sonrasında en büyük başarılarından biri şüphesiz diğer partileri kendi oyun kurallarına çekmesi ve benzer tepkiler vermeye mecbur bırakmasıdır. Kendini merkez sol olarak niteleyen CHP'nin işçi hakları hususunda demokratik tepkiler vermesini hatta bununla övünmesini bekleyecek kadar naif değil kimse. İşçilerin demokratik taleplerini, sendika haklarını sağlaması ve bunu muhtemel iktidarında çalışma şartları hususunda yapılacaklara teminat olarak sunması gereken CHP'nin bu krizi hasar almadan ancak güç de kazanmadan atlattığı söyleyebiliriz.

Koyunlar ömrünü kurttan korkarak geçirir halbuki sonunda onu yiyen çobandır.

''Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri

Çöpçülerin elleriyle okşardım seni

Yalnızlığım benim süpürge saçlım

Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi''

-Can Yücel, 1973

Kötü kokan çöpçülerin elleri değil, onlara ve nicesine reva gördüğünüz düzenin çürümüşlüğüdür.

---------------------------------

1- Marguerite Yourcena, Hadrianus'un Anıları Çeviren: Nili Bilkur