Ertelenen her şey adım adım yok olur, bu hayatın genel kuralıdır.

Her şey yerinde güzel, yerinde değerlidir. Her güzelliğin zamanında anlamı vardır. Zamanı geçmiş ne mevsimin faydası vardır, ne de sevginin.

Onu seviyordum.

Rüzgârda yürürken saçlarının nasıl dalgalandığını çok iyi bilirdim. Yastıkta saçlarının hangi yöne kıvrıldığını da çok iyi bilirdim. Hangi türkü de duygulandığını, çay içerken sevdiği şarkıları da ezberlemiştim. Bazen balkon da sessizce tek başına oturup, uzaklara öylesine baka kalırdı. Uzaklara daldığını görünce onunla bir süre hiç konuşmamam gerektiğini anlardım. O balkonda, bense salonda öylesine oturur televizyonu açardım. Televizyonun sesini hiç duymaz, kafamda onun sevdiği şarkıyı duyardım. O şarkı defalarca başa dönerdi. Sonra sessizce salondan geçer, yüzüme bakmadan hızlı adımlarla çantasını alıp sokağa çıkardı. Bilirdim tek başına uzun bir yürüyüş yapmak istediğini. O görmeden ben de arkasından evden çıkar, onu takip etmeye başlardım. Hızlı hızlı yürürdü uzun bir süre. Sonra parka geçer, orada en kuytu yerde saklı kalan masaya otururdu. Onun görmediği bir yerde onu uzaktan seyrederdim. Ağır ağır masadan kalktığını görünce ondan hızlı davranıp koşar adım eve döner, çayı koyardım. Onun sevdiği film kasetini açardım. Eve geldiğinde sakin bir şekilde karşılar, ellerinden tutar, “ellerin soğuk, üşümüş” diye bahane ederek salonda, divana yatırır, çayı demlerdim. Yanına uzanıp, filmi seyretmeye devam ederken çaylarımızı doldururdum. Filmin ayrılık sahnesi geldiğinde duygulanır, bana sarılırdı. Ve sonra her zaman ki gibi dayanamaz hıçkırıklarla ağlamaya başlardı. Hiç ses etmeden, doya doya ağlamasını, gözyaşından kolumun ıslandığını hissederdim. Ağlamadan kendine gelemeyeceğini çok iyi bilirdim. Uzun süre öylece kalırdık divanın üstünde. Çaylarımız soğurdu. Her defasında aynı sahneyi birçok defa yaşamıştık. Ve her defasında çayları içemeden soğur, sonra da çöpe dökerdik. Sevmek, biraz da sevdiğini tanımaktı. Neyi sevdiğini, neyi sevmediğini, nelere değer verip vermediğini, neleri önemsiz bulduğunu iyi bilmekti.

Sevgilimin saçlarını da çok severdim. Duştan sonra ben tarardım ıslak saçlarını. Kendi ellerimle örgü yapardım. Omuzlarına dökülen buklelerini yürürken bilerek arkasından yürür, seyrederdim. Yatakta ise saçlarının üstüne yatmamayı özen gösterirdim. Yastığa saçlarını serer tel tel sever, tel tel öperdim. Dışarıda zarar gelir diye dip boyalarını ben kendi ellerimle yapardım. Saçlarını besleyen yağları yine ellerimle yağlardım. Seviyordum uzun, dalgalı, gür saçlarını. İstiyordum ki hep daha uzun olsun, daha bakımlı olsun, büyüsün, tokalar tutmasın, yazın giydiği şapkalara sığmasın, taçları hep kırılsın, bağladığı lastikleri kopsun, saçları hep bulutlar gibi süzülsün. Rapunzel saçları gibi…

Sonra ne oldu dersiniz?

Çevremize farklı gelen bu ilişki hep göze batmaya başladı.

Büyü bozuldu!

Yeni filmler onun iç dünyasına göre değildi.

Saçma sapan gündelik olayların etkisine girip, yaşamın ve aşkın o tatlı büyüsünden uzaklaşıp normal hayata döndük. Ne balkonda uzun uzun oturması kaldı, ne de gizli gizli ağlayışı. Oysa hayatın güzelliği küçük özel değerlerin içinde saklıydı. Önceleri yatak odasında yanımda soyunamaz, “arkanı dön, hatta gözlerini de kapa, utanıyorum” derdi. Sonradan fark ettim ki, ne kadar duygusal dünyadan uzaklaşırsak o kadar utanma duygusunu kaybediyorduk. Defalarca aynısını yaşamıştık; onun tek başına evden çıkıp, uzun yürüyüşlerini yaparken, parkta kuytu masada otururken izlediğimi hiçbir zaman söylememiştim. Belki bundan sonra öğrenir.

Bir akşam yemeğin içinden sevgilimin uzun saçı yemeğin içinden çıkmaz mı?

Saçı yemeğin içine düşmüş, kaşıkla yemeği ağzıma alırken saçı sallanmaz mı?

İşte o an o saçlardan iğrendim.

Artık saçları güzel gelmiyordu.

O akşamdan sonra ne saçlarını seviyor, ne de örgü yapıyordum artık. Saçlarını ne zaman sevmek istesem o yemek aklıma geliyordu.

Bir akşam “sen saçlarımı sevmez oldun” dedi.

Evet, gerçekten sevmiyorum dedim. İçimden gelmiyor, dedim.

Sevmediğim bir şeyi de seviyorum diyemezdim.

Ve sonra ayrıldık.

Her şeyin güzelliği yerinde güzeldi.

Saçların ve gözyaşların…