Ortadoğu'da barut kokusu hiç eksik olmuyor. Son günlerde İsrail'in Suriye'ye yönelik art arda gerçekleştirdiği hava saldırıları, sadece bir güvenlik refleksi olarak görülemez. Bu operasyonlar, İsrail'in bölgesel stratejisinin çok daha derin ve uzun vadeli hedeflerine hizmet eden adımlar olarak okunmalı. Çünkü İsrail, yıllardır sadece düşmanlarını değil, haritayı da yeniden şekillendirmeye çalışıyor.
2011'de başlayan iç savaşla birlikte Suriye, jeopolitik bir satranç tahtasına dönüştü. İran, Rusya, ABD, Türkiye ve elbette İsrail, bu enkazın üzerinde kendi hamlelerini yapmaya başladı. İsrail ise bu karmaşadan en stratejik çıkarı sağlayan ülkelerden biri oldu. Çünkü zayıf bir Suriye, İsrail’in kuzey sınırında daha "öngörülebilir" bir güvenlik ortamı anlamına geliyor. Her hava saldırısında “İran destekli milis hedefleri” deniliyor. Ancak bu hedeflerin niteliği kadar zamanlaması da dikkat çekici. İsrail, özellikle kendi iç kamuoyunun dikkatini dağıtmak istediğinde ya da uluslararası alanda sesini yükseltmek istediğinde Suriye’ye dönüp bir bombardıman gerçekleştiriyor. Bu artık alışılmış bir yöntem hâline geldi.
İsrail'in güvenlik anlayışı sadece savunma üzerine kurulu değil. Aksine, bölgesel istikrarsızlığı kontrollü bir şekilde sürdürerek kendi stratejik avantajlarını pekiştirmek istiyor. Bu çerçevede, Suriye'nin egemenlik kapasitesini yok sayan hava saldırıları, aslında çok daha büyük bir politikanın uzantısı: "İran’ı Suriye’den temizlemek" söyleminin arkasında, İran’la mücadeleden çok Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirme mücadelesi var. İsrail için güvenli bir bölge, sadece sınırlarında istikrar demek değil. Aynı zamanda kendisine meydan okuyabilecek hiçbir bölgesel bloğun oluşmasına izin vermemek anlamına geliyor. İran’daki Hizbullah, Gazze’deki Hamas ve Suriye’deki İran yanlısı milisler, bu nedenle sürekli hedefte.
İsrail'in bu agresif tutumu, elbette tek başına açıklanamaz. ABD’nin uzun yıllardır sağladığı diplomatik ve askeri destek, Tel Aviv’e geniş bir hareket alanı açıyor. Suriye hava sahasında Rusya’nın etkin olmasına rağmen bu saldırıların gerçekleşebilmesi, İsrail ile Rusya arasındaki sessiz uzlaşının bir göstergesi olabilir.
Peki ya Arap dünyası? İsrail’in saldırılarına karşı geleneksel tepkiler giderek cılızlaşıyor. Normalleşme anlaşmaları, Gazze sonrası oluşan diplomatik açılımlar, Arap ülkelerinin İsrail’e karşı kolektif duruşunu zayıflattı. Bu da İsrail’e yeni manevra alanları sunuyor. İsrail’in bombaları sadece askeri hedefleri değil, bölgesel dengeyi de hedef alıyor. Güçsüzleştirilmiş bir Suriye, yalnızlaştırılmış bir İran ve parçalanmış bir Filistin... Bu tablo, İsrail’in güvenlik stratejisinden çok, Ortadoğu'yu kendi lehine şekillendirme vizyonunun bir çıktısı. Sınırlar değişmiyor belki ama etkiler, nüfuz alanları ve politik dengeler ciddi şekilde dönüşüyor.
Sonuç olarak İsrail’in Suriye’ye saldırıları, bir "güvenlik refleksi" olmaktan çıkıp "bölgesel mimari kurma" çabasına dönüşmüş durumda. Ve bu mimaride, ne uluslararası hukuk var, ne de bölge halklarının iradesi. Sadece gökten inen bombalar ve yerde sessizce değişen dengeler var.