Son zamanlarda kendime acı çektirmekten başka bir şey yapmıyordum. Buna bir son vermem gerekti. Tüm yıldızları saymaya çalışıp ruhuma huzurlarını yaymaya çalışıyordum. Birden oturduğum yerden hızlıca kalkıp arka pencerenin olduğu yöne koştum. Evin her bir penceresi ayrı bir güzellik katıyordu. Her pencereden farklı bir güzellik farklı bir manzara görüyordum. Sol taraftan çoban yıldızını ve tüm yıldızları, sağ taraftan ise bulutların kapladığı ay'ı görüyordum. Çalışma masama oturdum. Ay ışığı çalışma masamın üzerindeki kağıda vuruyordu. Birden kağıdı elime aldım ve aya doğru tuttum. Işınları kağıt parçasını delip geçiyordu. Birden keskin bir parıltı yükseldi gökyüzünden. Kağıdı büyük bir telaşla yere fırlatıp sol tarafa koştum.
Gökyüzüne beş dakikaya yakın baktım. Bir şey göremeyince yıldız kaydığını düşünüp araladığım yatağıma girerek hayal kurmaya başladım. Çoğu kez yapıyordum bunu. Ayın olmadığı zamanlar gece lambamı açıp ortamı loş hale getirip yumuşak yatağıma yatıp sabaha kadar hayal kuruyordum. Hayal kurmak için çoğu zaman uykusuz kalırdım. Bu beni mutlu eder ve gecenin bir an önce olması için sabırsızlanırdım. Kimseyle konuşmazdım. Son bir kaç aydır selamlaştıklarımla bile artık selam vermemeye iyice kendi kabuğuma çekilmeye başlamıştım. Bu durumdan rahatsız değildim. Ben yalnızken mutluydum, huzurluydum. Dünyam beni yalnızlığa itiyordu. Çünkü yalnız kalınca kendime dönüyordum. Kendim olabilmem yalnızlığımdandı. Etrafımdaki her kalabalıktan farklı yollarla sıyrılıyordum. Kimine bahaneler uydurarak, kimiyle selamlaşmayarak, kimine yalanlar söyleyerek. Bir şekilde insanları hayatımda uzun süre düşünemiyordum.
Evim kayalıkların en tepesinde ayın tüm evrelerini görebilen bir evdi. Sarmaşıktan merdivenleri, tahtadan pencereleri vardı. Kendi dünyamda tanrıçalar yaratıp onları tanrılara aşık ediyordum. Kimi zamansa gökyüzünden yıldızları toplayıp odama ışık yapıyordum. Ay ile sohbet edip bulutlarla ufak çaplı seyahatlere çıkıyordum. Bu pencerelerden gökyüzüne bakarken kendimin kendim olduğunu hissediyordum. Bu pencereler farklı bir dünyaya açılıyordu. Sanki tüm samanyolu pencere dibime gelip merdiven oluşturarak beni gökyüzüne çıkaracakmış gibi geliyordu. Bunu hayal etmek nadir bulunan bir enstrümanı çalmak kadar etkileyici ve bir o kadar da tatmin ediciydi. Gerçeklerle üzüleceğime, sonsuza kadar yalnız kalıp hayal dünyam ile yaşamayı kabullenmiştim. Hayal kurmanın kimseye bir zararı olmazdı bana göre. Kimileri buna delilik bile demişti halbuki. Küçükken kendimi hep kırmızı başlıklı kızdan, külkedisi Sindrella'dan uzak görmüştüm. Ben bir Peter Pan'dım, Alice'dim. Hep kendime bir diyar yaratıp orada yaşadım. Çünkü hayat bana 'Gerçek dünyadan ne kadar uzaklaşırsan o kadar mutlu olursun' diye bir cümleyi kafamın içine kazımayı öğretmişti. Diyarımın adı 'Hisler diyarı' idi. Bir çok hissi içinde bulunduran bir diyar. Bu diyara gitmeyi çok küçük yaşta öğrenmiştim. Minik bir bebekken belki de his perileri kulağıma o sihirli sözcükleri fısıldamışlardır. Kendime bir oyuncak hayal edip onu yarattım. Biraz daha büyüdüm kafamın içindeki müzikle birlikte bir mikrofon yaratmaya başladım. Biraz daha büyüdüm, hisler diyarının en güzel sesli perisi oldum. Büyüdüm, büyüdüm büyüdüm ve küçüldü hayaller...
Hayata bu pencereden baktığımda bana hayallerimi elimde sımsıkı tutmayı öğreten şeyler oldu. Baktığım her başka gün başka bir hikayeye doğru yol alıyordum. Her yeni gün başka bir hayal ile yeniden doğuyordum. 'Hayal kurmak değerli bir taş gibidir. Toprak altından bin bir zahmetle çıkarılan. Ve hiç bir yerde kolaylıkla bulunmayan. Hayal kurmak bir mücevherdir. Saklamasını ve takmasını bilirsen' Hayal kurun, güneşi ellerinizde hissedin. Aya sevginizi sunun, yıldızların ışığını alıp hayallerinizi aydınlatın. Ağaçlara adınızı yazıp rüzgarın onu gökyüzüne uçurmasını bekleyin...