Gün geçtikçe dünyamızda yaşanılan kaos nefes almamızı güçleştiriyor. Biraz olsun düşüncelerimizi başka bir alana, Narmanlı Sanat'ın düzenlediği 1kitap1mekan Duygu Özdemir'in harika anlatımıyla Çukurcuma'da yer alan Masumiyet Müzesine bir yolculuk yaptık.
Muhteşem ve dolu dolu bir gün geçirdik.
Masumiyet müzesi Orhan Pamuk'un hem yazdığı roman hem de yaptığı müzedir. İç İçe geçen bu iki anlatı birbirini tamamlayan bir akış ve kompozisyon içinde oluşturulmuş. Romanda anlatılan her bölümü müzede bir kutu simgeliyor. Daha önce gezdiğimiz klasik müze algısından uzak, daha kişisel bir sanat anlayışı ile karşılaşıyoruz. Orhan Pamuk anlattığı eşyaları yarattığı kompozisyonlarla kutuların içine yerleştirmiş. Bu kutular aslında geçmiş dönemlerdeki merak odaları veya nadire kabineleri dediğimiz olgulara kişisel bir yorumla oluşturulmuş diyebiliriz. Pamuk bu kutularda eşyalarla beraber hatırlamak istediği zamanlardaki İstanbul'u da kutu içine yerleştirerek saklamaya çalışır.
Pamuk bu düzeni oluştururken romanda bahsedilen tüm müzeleri gezip eşyalar toplarken fikir açısından da birçok sanatçıdan etkileniyor. Mesela müze konseptinin ana öğesi olan kutu fikrini Dadaizmin öncülerinden Duchamp'ın el çantasının içine sığdırdığı seyyar müze fikrinden alıyor.
Sürrealist ve dadaist sanatçıların günlük hayat nesneleri, düşler ve gerçeklik arasında kurduğu gerçeklik te Pamuk'u fazlasıyla etkiliyor.
Sürrealist sanatçılar arasında Masumiyet Müzesi'ne görsel anlamda en çok ilham olan isim, bir Joseph Cornell ve André Breton oluyor.
Bu keyifli sohbette iç içe geçen müze ve roman kurgusunun detaylarına inmek ve ikisi üzerinden zaman temasına değinmek bir o kadar ilgi çekiciydi. Bu yazımı da romandan altını çizdiğim ve Pamuk'un eşyalara yüklediği derin anlamı yansıtan bir cümleyle sonlandırıyorum.
'Eşyaların gücü, içlerinde birikmiş hatıralar kadar, bizim hayal ve hatırlama gücümüzün cilvelerine de bağlıdır elbette.'